Aidin Salih: Yanlış Yemek Yeme Alışkanlıklarının Sağlık Üzerindeki Etkileri
Hastalıkların Nedenleri ve Doğru Yeme Sanatı: Aidin Salih’in Rehberliği
Modern yaşam, bireylerin sağlıklarını koruma ve hastalıklardan kaçınma konusunda karşılaştığı zorlukları giderek artırmaktadır. Günümüzün hızlı tempolu yaşam tarzı, işlenmiş gıdaların yaygın tüketimi ve geleneksel beslenme alışkanlıklarından uzaklaşma, bireyleri hem fiziksel hem de ruhsal sağlık sorunlarıyla yüz yüze bırakmaktadır. İşte tam da bu noktada, Aidin Salih’in doğal tıp anlayışı ve beslenmeye dair bilgece yaklaşımı, bir rehber niteliği taşır. Salih, yalnızca hastalıkların nedenleri ve tedavisi üzerine değil, aynı zamanda hastalıkların oluşmasını engelleyen temel yaşam alışkanlıklarına dair kapsamlı bir bakış açısı sunar.
Bu makale, Aidin Salih’in meşhur eseri Gerçek Tıp: Yitik Şifanın İzinde kitabından alınan bilgilerden derlenmiştir. Salih’in beslenme ve sağlık konularına getirdiği yaklaşım, yalnızca fiziksel sağlıkla sınırlı kalmaz; aynı zamanda ruhsal denge ve yaşam kalitesini de içine alır. Salih’e göre, pek çok hastalığın kökeninde yanlış yemek yeme alışkanlıkları ve bu alışkanlıkların sindirim sistemi üzerindeki zararlı etkileri yatmaktadır. Çiğneme alışkanlıklarından yemek kombinasyonlarına, yemeklerin sırası ve miktarına kadar birçok faktör, sağlık üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerini belirler.
Dr. Aidin Salih Yazıları
- Dr. Aidin Salih: Arpa, Çimlenmiş Arpa ve Buğdayın Faydaları
- Dr. Aidin Salih: Akciğer Temizliği Faydaları ve Nasıl Yapılır?
- Dr. Aidin Salih: Karaciğer Temizliği ve Safra Kesesi Temizliği
- Dr. Aidin Salih: Kan ve Damar Temizliği Nasıl Yapılır?
Aidin Salih, doğal beslenmeyi ve doğru yemek yeme alışkanlıklarını sağlıklı bir hayatın temel taşları olarak görür. Onun öğretisinde, doğru zamanda ve doğru şekilde beslenmek, yalnızca fiziksel hastalıklardan korunmak için değil, aynı zamanda manevi ve ruhsal bir dengeye ulaşmak için de elzemdir. Salih, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yaşam tarzından ilham alarak, modern çağın insanlarına geleneksel ve doğal beslenme yöntemlerini yeniden hatırlatır. Ona göre, basit gibi görünen yanlış yemek yeme alışkanlıkları, vücudun savunma mekanizmasını zayıflatarak bağışıklık sistemini tehdit eder ve pek çok kronik hastalığın kapısını aralar.
Dr. Aidin Salih Yazıları
- Dr. Aidin Salih: Su Orucu Nasıl Yapılır? Faydaları Nelerdir?
- Dr. Aidin Salih: Tüm Vitamin ve Minerallerin Faydaları ve Kaynakları
- Dr. Aidin Salih: Limonun Faydaları ve İyi Geldiği Hastalıklar
- Dr. Aidin Salih: Çörek Otu ve Çörek Otu Yağının Faydaları?
Bu makalede, Aidin Salih’in beslenme anlayışı doğrultusunda, yanlış yemek yeme alışkanlıklarının sağlık üzerindeki etkileri ele alınmaktadır. Kitaptan alınan bu bilgiler, bireylerin modern yaşamın beslenme tuzaklarından uzak durarak daha sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürmeleri için bir rehber niteliğindedir. Yanlış yemek yeme alışkanlıklarının neden olduğu fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarına dikkat çekilirken, doğru beslenmenin insan sağlığı üzerindeki mucizevi etkileri de detaylandırılacaktır. Aidin Salih’in sade ve etkili önerileriyle, hastalıkların önlenmesi ve yaşam kalitesinin artırılması için temel bir yol haritası sunulmaktadır.
Dr. Aidin Salih Yazıları
- Dr. Aidin Salih: Bal, Propolis, Polen ve Arı Sütü Faydaları?
- Dr. Aidin Salih: Kireç Temizliği Nasıl Yapılır? 2 Haftalık Tedavi
- Dr. Aidin Salih: 2 haftalık Hazımsızlık Tedavisi İçin Kür
- Dr. Aidin Salih: Mide ve Bağırsak Hastalıkları için 2-4 Haftalık Kür
Bu makale, yalnızca bir bilgi aktarımı değil, aynı zamanda bireyleri düşünmeye ve beslenme alışkanlıklarını gözden geçirmeye teşvik eden bir çağrıdır. Aidin Salih’in doğal tıp öğretisi, sağlıklı bir yaşamın kapılarını aralamak isteyen herkes için eşsiz bir rehberdir.
İçindekiler
Hastalık Nedir
Organizmada bütün sistemler, organlar, hücreler, hücre organelleri ve üretilen bütün maddelerin zerrecikleri birbirinden haberdardır ve mükemmel bir uyum (homeostasis) içindedir. Bağışıklık sistemi bu uyumu titizlikle muhafaza eder, bu uyuma zarar verebilecek veya değiştirebilecek her tür maddeyi antijen (düşman) olarak kabul eder ve duruma göre savunma programı geliştirir.
Mizaçla uygun olmayan doğal besinler, GM ve katkı hazır ürünler, bütün tıbbi ilaçlar, kimyasal maddeler (deterjan, vücut bakım ürünleri vb.) antijen sınıfına dahildir. Bu antijenlerden herhangi biri sindirim, solunum veya cilt yoluyla organizmaya girdiğinde bağışıklık sistemi geliştirildiği savunma taktiğini devreye sokar. Hastalık sebeplerini bilemleyenler için, bağışıklık sisteminin “homeostasis” savunması hastalık olarak görünür ve gerçek hastalık gözardı edilmiş olur.
Dr. Aidin Salih Yazıları
Az Çiğnemek
Sindirim, ağızda tükürük bezlerinin salgıladığı fermentler ile başlar. Organik asitler, aromatik maddeler ve tuzlar çiğneme sırasında fermentlerle karışır ve bir kısmı ağızdaki kılcal damarlara süzülür. Karbohidratların ağızda başlayan sindirimi midede aynı enzimlerle devam eder.
Alınan besinin kimyasal yapısı hakkında toplanan veriler ağızdaki akupunktur noktaları vasıtasıyla beyine gönderilir. Beyin bu bilgiyi analiz eder ve sindirimi buna göre programlar. Besin ne kadar iyi çiğnenirse, beyin sindirim sistemini o derece iyi hazırlar. Yeterince çiğnenen bir besinin tadı ve kokusu ağızda dağılır ve kaymağa benzer bir nesne (kimus) haline gelir. Bu ise 15-40 çiğneme hareketi ile sağlanabilir.
Ağızda çok miktarda akupunktur noktası bulunur (her bir dişin dibinde 2’şer tane). Çiğneme esnasında besinlerden ayrılan enerji bu akupunktur noktalari vasıtasıyla vücudun genel enerji dolaşımına karışır. Bu yüzden küçük yudumlarla içmek ve küçük lokmalar halinde yemek gerekir.
Süt, et suyu, meyve-sebze suyu veya su küçük yudumlarla alınır, ağızda tutulur, tükürükle iyice karıştıktan sonra yutulur. Gıdalar yeterince çiğnenmezse, sindirim ilk basamaktan itibaren bozulur.
Hızlı yiyen daha çok yemeye mecbur kalır, çünkü vücut sadece kimyasal bağlantıların çözme işlemi sonucunda oluşan enerjiyi kullanır, ağızdaki akupunktur noktaları vasıtasıyla besinden alınması gereken enerjiyi kullanamaz. İyi çiğnenmemiş yemek, lokmalar halinde mideye gelir. Mide bu kütleleri hazmedemez, çürümeye sürükler. Taze ekmek, beyaz ekmek (özellikle “A” için) en zararlısıdır.
Midede çürümeye başlayan kütleler ve parçalar bağırsağa iner ve orada çürümeye devam eder. Bağırsaklardaki çürüme kandaki lökositleri (akyuvarları) artırır. Bağışıklık sistemi bu duruma karşı koruma programı geliştirmek zorunda kalır. Bu hata, her yemekle birlikte tekrarlanacaksa, bağışıklık sisteminde kadar götürür.
Ancak taze meyve ve sebzelerin lifleri, çekirdekleri ve kabuklarında böyle bir tehlike sözkonusu değildir. Bunlar bağırsaklarda doğal yararlı mikropları artırır. Bunun için meyve ve sebzeleri kabuklarıyla ve birkaç çeşidiyle birlikte yemek gerekir.
İyi çiğnemenin yararları
- Yemeği iyi çiğneyen, az çiğneyene göre, daha az yer-içer. Çünkü besinden aldığı enerjiyi eksiksiz kullanmış olur.
- Karışık yenen yemeğin zararı azalır.
- Sindirim süreci kısalır.
- Mide, pankreas, karaciğer ve bağırsakların işi kolaylaşır.
- Çok daha az enzim (insülin dahil) harcanır.
- Mide, bağırsak, karaciğer, pankreas, bağışıklık sistemi, diyabet, tümör, kanser, alerji, diş, sinir ve ruh hastalıklarından emin olunur.
- Mevcut olan hastalıklar hafifler.
- Şişmanlığın önüne geçilir, v.s.
Büyük alimler uyuşturucu, sigara, alkol bağımlılığı gibi psikolojik, ruhsal ve sinirsel hastalıkların temelinde az çiğnemenin yattığı konusunda hemfikirdir. İyi çiğnenmeyen yemek karaciğer, dalak ve kalp için ağır bir yüktür.
Bu organların durumu ise ruhsal dengeyi doğrudan etkiler. Büyüklerimiz, “Büyük lokma alan ve iyi çiğnemeyene delilik isabet eder,” derlerdi.
Hazımsızlık, diyabet, mide, bağırsak, karaciğer, dalak ve tüm sağlık problemlerinden kurtulmak için bazen sadece beslenme ve çiğneme alışkanlıklarını düzeltmek yeterli olabilmektedir.
Bu organların durumu ise ruhsal dengeyi doğrudan etkiler. Büyüklerimiz, “Büyük lokma alan ve iyi çiğnemeyene delilik isabet eder,” derlerdi.
Hazımsızlık, diyabet, mide, bağırsak, karaciğer, dalak ve tüm sağlık problemlerinden kurtulmak için bazen sadece beslenme ve çiğneme alışkanlıklarını düzeltmek yeterli olabilmektedir.
2011 yılında yapılan bir çalışmada, yiyecekleri daha fazla çiğnemenin aşırı kilo alımını önleyebileceği bulunmuştur. Araştırma, yiyecekleri daha uzun süre çiğnemenin vücudun daha fazla enerji harcamasına ve sindirim sisteminde gıda metabolizmasının artmasına yol açtığını göstermektedir.
Fazla Yemek
“Her hastalığın temelinde tokluk vardır.”
Hz. Muhammed (s.a.v.)
“Yemek onlar için bir ceza, bir ağ, bir tuzak ve bir pranga olacaktır.”
Hz. Davut (a.s.)
“Çok yeme ağacı diken, hastalık meyvesi toplar”
Atasözü
“Çok yeme ağacı”nın “hastalık meyvesi”ni nasıl olgunlaştırdığına bakalım. Normalden fazla yiyen insanın midesi sindirim için daha çok enzime ihtiyaç duyar. Enzim üretmek için çok enerji harcamak gerekir.
Sağlıklı bir insanda mide 200-250 gr. yemeğin birinci hazmını, besine ve hazım gücüne göre değişmekle beraber, 3-4 saat içinde kolayca gerçekleştirebilir, bu sırada kalp de zorlanmadan rahatça çalışır. 2 katı yemeğe yendiğinde ise, sindirim ve fazlalıkların kısmen depolanması, kısmen dışarı atılması için, kalbin 4-6 kat daha fazla çalışması gerekir. Bu işlem sadece kalbi değil, sindirim, depolama ve boşaltımla görevli organları da yıpratır.
Mesela, bir araba taşı, bozuk ve dik bir yolda, düzgün yolda harcadığı yakıtın 2-3 katını harcar. Mesafe aynı olsa da harcanan yakıt miktarı farklıdır. Devamlı zorlu çalışmaktan harap olan bir motor gibi, kalp de rızkını çabuk tüketir.
Gençlerin sindirimi daha kuvvetli olduğu için fazla yediğinde, sindirim tamamlanarak fazlalıklar dışarı atılabilir. Ancak fazla yemek alışkanlık halini alırsa bu kuvvet tükenir; atıkların giderek daha az atılmasıyla depolar oluşmaya başlar. Depolar dolduktan sonra atıklar kanla birlikte dolaşır, kan ağırlaşır, dolaşımı yavaşlar, taşıdığı atıkları dokularda bırakır ve çöplükler oluşur.
Ağırlaşan kandaki atıklar damarlarda birikmeye ve zamanla damarları tıkamaya başlar. Daralan ve tıkanan damarlardaki kan, dokuları yeterince besleyemeyecek kadar azalır. Beslenemeyen dokular beyne “açız” uyarısı gönderir; beyin bu çağrıya cevap olarak iştahı arttırır. Bu, insanı daha çok yemeye zorlar; yedikçe kanda atıklar, dokularda çöplükler ve damarlardaki tıkanıklıklar artar. Kan daha da koyulaşır, dolaşıyorsa yavaşlar, dokulardaki beslenme yetersizliği gittikçe daha fazla artar.
Bu kısır döngü devam ederken, insanlarda konsantrasyon, hafıza, düşünme, anlama ve öğrenme yeteneği azalır. Fikir uyur, hikmet ölür, organlar durur, insan sıfatları atıkların içinde boğulur. “Yemek onlar için bir ceza olacaktır” sözünün hikmeti ortaya çıkar.
Bazı insanlar fazla yemenin bedelini şişmanlıkla ve beraberinde getirdiği hastalıklarla öderler. Bazıları ise ne kadar yesinler, hep zayıf kalır. Onların durumunu şişmanlardan daha tehlikeli olabilir. Metabolizma atıkları, toksinleri ve katkı maddeleri şişmanların vücudunda yağ dokuları arasında gizlediği için, organlarını tahrip olması kısmen de olsa önlenebilir.
Ancak zayıflarda, kan vasıtasıyla dolaşan atıkların bir kısmı, ateş, öksürük, terleme, nezle, kusma, ishal, sivilce, çıban gibi yollarla dışarı atılırken organları ve sistemleri yıpratır. Eklemlerde, kaslarda ve dokularda oluşan çöplükler ise zamanla yanmaya (iltihaplanmaya) ve yanarken yakıcı gazlar ve toksik maddeler oluşturmaya başlar (aynen şehir çöplükleri gibi). Bu şekilde oluşan yakıcı gazlar ve toksik maddeler ağrılara, enfeksiyonlara, cilt hastalıklarına, parazitlerin üremesine, genetik mutasyonlara ve tümörlere sebep olur.
Araf suresi 31. Ayet’te, “Yiyin için, fakat israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyrulmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.), “Allah’a en sevimli olanınız, yemesi en az ve bedenen en hafif olanınızdır.” Ve “… pisboğaz ve göbeği büyük olan Cennete giremez” buyrulmuştur. Ancak Allah’tan unutan insanların artık ne ayetler ne de hadisler etkilemektedir. Halbuki bu ayet ve hadisler özellikle günümüzde büyük önem taşımaktadır. Genetiği değiştirilmiş ve katkı maddeli ürünlerden kaçınmak neredeyse imkansız hale geldiğinden, az yemek, bugün daha büyük bir zorunluluktur.
2023 yılında yapılan bir araştırma, fazla yemenin obezite, diyabet, kalp hastalıkları ve bazı kanser türleri gibi birçok sağlık sorununa yol açabileceğini göstermektedir. Aynı zamanda hızlı yemek yemenin de insanları fazla yemeye eğilimli kıldığı ve beynin vücuttan doygunluk sinyalini almasının 20 dakikayı bulduğu belirtilmektedir.
Karışık Yemek
Peygamberimiz (s.a.v.) balık, yumurta, et ve süt ürünlerini birlikte, hatta, bir hayvanın etini başka hayvanın eti veya yağı ile birlikte yememiştir.
Mizaça uymayan veya birbirine uygun olmayıp, hazmı için aynı enzimler gerektiren yemekler birbiriyle karıştığında sindirilmeden çürür.
Mesela, karbonhidratlar ile proteinler, süt ürünleri ile balık, birkaç inekten sağlıkar karıştırılan süt, karışık et (örneğin, aynı cinsten iki farklı hayvanın eti, bir hayvanın eti ile bir diğerinin yağı, dana ile tavuk eti veya aklınıza gelebilecek herhangi bir et kombinasyonu), balık ile et, karışık yağlar (örneğin, koyun ile tavuk yağı, katı yağ ile sıvı yağ) birbirine zıttır. Bunların parçalanabilmesi için ihtiyaç duyulan enzimler birbirine zıttır.
Bu zıtlık, enzimlerin üretilmesine engel olur ya da üretilen enzimlerin birbirini yok etmesine sebep olur ve yenen yemek sindirilmeden mayalanmaya veya çürümeye başlar. Bu, midede saatler süren bir işlemdir ve bağırsağa kadar devam eder. Yemekten sonra kanda lökositin yükselmesi bu sebepledir.
Çürüme veya mayalanma sonucu oluşan zehirli ve asitli kalıntılar bağırsağında yaşayan faydalı mikropları öldürür, sinir uçlarını zehirleyerek bağırsakların hareketini yavaşlatır ve kabızlık ortaya çıkar. Beslenmedeki hatalar devam ettikçe bağırsak duvarları kanalizasyon boruları gibi zehirli, yağlı atıklarla kaplanır, bağırsaklar genişler, cepler oluşur. Ceplerde dışkısal taşlar toplanır ve yıllarca orada kalır.
Bağırsakların iç zarında yer alan ve görevi zehirli kalıntıları kana karıştırmadan dışarı atmak olan tüycükleri çürütür. Tüycüklerin çürümesiyle kellesen bağırsaklarda yaralar oluşur. Böylece bağırsakların iç dokuları, faydalı maddelerin yanısıra zararlı, toksik maddeleri de kana karıştırır. Zararlı maddeler kılcal damarlardan doku sıvılarına kolayca geçerek hücreye ulaşmaya çalışır.
Ancak hücreler, sağlıklı olduğu sürece, zararlı maddeleri içeri almakta direnir. Beslenme hataları devam ettikçe zararlı maddeler hücre duvarına ve hücreyi korumakla görevli mekanizmalara saldırır ve zamanla onları yıpratır. Hücrenin korunma mekanizması bozulunca besinlerle beraber zararlı maddeler de hücre içine geçerek hücrenin fonksiyonunu (enerji ve gerekli maddelerin üretimi) bozar.
Sık Yemek
Hastalıkların temel nedenlerinden biri de alınan besinin tamamen sindirilmesini beklemeden üstüne başka bir yemek yemektir. Eski ilmihallerde hazmı tamamlanmamış yemeğin üstüne başka bir yemek yemenin haram olduğu bildirilmektedir.
Sindirim sistemi belli kurallarla çalışır. Bu kurallara göre, 200-250 gr. miktarında bir yemeğin sindirimi, midede 3-5 saatlik bir süreç geçirdikten sonra ince bağırsaklara inerek tamamlanır. Buna birinci hazım denir. Yemeğin cinsine, miktarına ve özelliğine göre birinci hazmın süresi 6-10 saate kadar uzayabilir. Birinci hazmı geçen besinler bağırsak mukozası ile emilerek kana geçer ve ikinci hazım için karaciğere gönderilir.
Karaciğer, birinci hazımdan gelen protein, karbonhidrat, yağ gibi besin parçalarını daha küçük parçalara ayırır ve bunların bir kısmından kişinin tabiatına uygun yağ, glikoz, enzim, protein, vitamin gibi temel maddeler üretilir. Böylece ikinci hazım tamamlanır ve bu temel maddeler kana geçer; kandaki görevli hormonlar vasıtasıyla hücreye ulaştırılır. Kanda gerçekleşen bu işlemle birlikte üçüncü hazım da tamamlanmış olur.
Hücrede, şekeren (glikoz) enerji, aminoasitlerden ise farklı proteinler üretilir. Buna da dördüncü hazım denir.
Midede sindirim tamamlanmadan yenen tek bir lokma midede sindirim sürecini bozar. Bu bir lokma, önceki yemekle karıştığında sindirilemediği için mayalanmaya veya çürümeye yol açar; midede yanma, ekşime, gaz ve şişkinliğe sebep olur. Mayalanma veya çürüme sonucu oluşan zehirli ve asitli kalıntılar, ince bağırsaklara inerek “Karışık Yemek” bölümünde anlatılan süreci başlatır.
Midede sindirim tamamlandıktan sonra, yani 3-5 saat sonra, ikinci bir yemek yenebilir. Ancak 3-5 saat arayla yemek yendiğinde, organizma dört seviyede yoğun bir hazım işlemiyle uğraştığından diğer fonksiyonlarda çok zorlanır ve “Fazla Yemek” bölümünde anlatılan durum ortaya çıkar. İkinci bir öğün için birinci sindirimin tamamen bitmesini, yani 6-10 saat geçmesini beklemek gerekir. İkinci veya üçüncü hazımdan sonra yemek, yani günde 1-2 defa yemek (12-24 saat arayla), insan için yeterlidir. İçme konusunda da ölçü aynıdır.
Günümüzde insanlar, özellikle kadın ve çocuklar, günün büyük bir kısmını sürekli yiyerek geçiriyorlar ve bedenlerini çöplüğe çeviriyorlar. Peygamberimiz (s.a.v.) çoğu zaman aç ve susuz dururdu. Hatta üç gece arka arkaya karnını doyurduğu olmamıştır. “Geceleri veya gündüzün ikişer defa yemek illettir” ve “Tokken yemek hem hastalık, hem de haramdır” buyrulmuştur.
O halde en önemli sağlık kuralı ve bütün hastalıklara deva olan yegâne “ilaç” iyice acıkmadan yememektir. Eski hekimler de “Hastalık nedir?” sorusuna “Yediğini sindirmeden yemektir” diye cevap vermiştir.
2010 yılında yapılan bir çalışma, çok sık yemek yemenin pankreastaki beta hücrelerine zarar verebileceğini ve bu durumun sağlığa olumsuz etkileri olabileceğini belirtmektedir. Günde 8’den fazla öğün ile beslenmenin pankreas üzerinde olumsuz etkileri olabileceği vurgulanmaktadır.
Yeme ve İçmede Sıraya Dikkat Etmemek
Et, yumurta, peynir gibi proteinli yiyecekler midede hazmı uzun süren besinlerdir. Tatlılar ve meyveler midede fazla kalmadan bağırsağa geçerek birinci hazmını burada tamamlar. Su ise midede vücut ısısına ulaştıktan sonra bağırsağa geçer. Bu sebeple önce su içmeli, sonra birlikte yemek yenmeli, meyve ve hafif sulu olan tatlılar yemek önceleridir. İlk yenen çeşit yemeğin yerleştiği raf olur ve yerini değiştirilemez.
İbn-i Sina sabah ekmek (karbohidrat), akşam et (protein) yemeyi tavsiye ederdi. Çünkü karbohidrat sindiriminde gerekli enzimler genellikle sabah salgılanmaya başlar, protein sindiriminde gerekli enzimler ise genellikle öğleden akşama (21.00) kadar üretilir. Ancak sindirimin tamamlanması için oruç tutulan günler müstesna en geç 19:00’da yemek gerekir.
Yemekten sonra meyve veya tatlı yendiğinde, meyve ve tatlı hazmını tamamlamak için bağırsağa geçemez, midede mayalanır, çürür ve gaz oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de de bu sıralamayı görmek mümkündür: “… beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.” (Vakıa: 20, 21) buyurularak et meyveden sonra zikredilmiştir. Yine, “Ve size manna ve selva indirdik” (Bakara: 57). Burada da hafif olan yani karbonhidrat (manna), bilincinden yani proteinden (selva) önce gelir.
Yemekten sonra içilen su da bağırsağa geçemez, mideyi genişletir, mide asidini seyreltiyor, sindirimi uzatır ve zorlaştırır. Yemek arasında su içmek, daha da karışık bir tablo meydana getirir, çünkü yemekte su içen, yemeği iyi çiğneyemez, tükürük bezleri yeterli miktarda enzim üretemez ve sindirim ağızdan itibaren bozulur. İçilen su midenin seyrelip zayıflamasına, midenin genişlemesine, karaciğer ve dalağın yükünün artırmasına kadar giden sonuçlar doğurur. (“Az Çiğneme” bölümüne bakınız).
Yemekten 1,5-3 saat sonra su içmek daha uygundur. Çünkü mide asidi tamamen kullanılmış ve mide içeriği ince bağırsaklara geçmeye hazır hale gelmiştir. Su içmek için doğru zaman dilimi budur ve bu sırada insanın susama durumu da normaldir. Araf suresi 31. Ayet’te, “…yiyin-için, fakat israf etmeyin…” buyrulmuştur. Bu ayette de “için” emri “yiyin” emrinden sonra gelir. Ancak kuru bir şey yerken her lokmadan sonra bir yudum su içmekte zarar yoktur. Çok susayınca yemekten sonra birkaç yudum su içilebilir.
Bayat ve Isıtılmış Yemekler
Taze sebze ve meyve, güneşten aldığı enerjiden dolayı, besin değeri açısından daha zengindir. Meyve ve sebze pişirildiğinde, güneşten aldıkları enerjiyi ve strüktürel suyunu kaybederek, aslına, yani toprağa ve minerallere dönmeye başlar. Suyunu kaybeden sebzenin hazmı azalır, içerdiği mineral oranı artar.
Mineraller vücutta ağır kalıntılar oluşturur ve bu kalıntılar kaslar arasında, dokularda, damarlarda toplanarak sertleşir. Bu sebeple çiğ sebze ve zeytini tercih etmek ve pişmiş sebzeyi az miktarda yemek daha doğrudur.
Yemeği, piştikten sonra biraz soğutarak yemek gerekir. Yemek insanı değil, insan yemeği beklemelidir.
Mikroplar beklemiş yemeğin yapısını değiştirir. Yemek ısıtıldığında ise, yeni kimyasal bağlantılar oluştuğu için, faydadan çok zararı vardır. Isıtılan yemeğin özü ve tadı değişir, hazmı ağırlaşır, hatta imkansızlaşır.
Mikrodalgalar, ısıtılan yemekteki temel besin maddeleri (su, şeker, yağ ve diğer bazı maddeler) tarafından emilir. Dalgalar, bu maddelerin moleküllerini atomik değişime uğratarak yemeği ısıtır. Mikrodalgaların yemek üzerindeki etkisi üzerine yapılmış herhangi bir araştırma yoktur. Ancak şu üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yaklaşık %70 sudan oluşan insan vücudu mikrodalgalarla yakın temasta bulunursa, vücudun su molekülleri strüktürel ve enerjetik değişime uğrar. Organizmamızdaki su strüktürü değiştiğinde, beynin sıvısı, lenf sıvısı, kan ve hücre serumu gibi vücuttaki bütün sıvıların strüktürü değişir. Bu fiziksel ve ruhsal dengesizliğe sebep olur. Yemeklerimizin %50-90’ı sudur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) akşamdan kalan, ertesi gün ısıtılan yemeği asla yemezdi.
Katkılı Hazır Yiyecekler ve İçecekler
Marketlerdeki bütün uzun ömürlü ürünler, sağlığı, özellikle çocukların sağlığını tehdit etmektedir. (“GMO” bölümüne bakınız.) Bu gıdalar metabolizmayı, bağışıklık sistemini ve genetiği ciddi şekilde etkiler; sindirilemediği için birikinti ve damar tıkanıklıklarına neden olur. Vitamini ve proteini üretimini, su yapısını, vücudun su oranı ve su terkibini bozarak, yaşlanmayı hızlandırır; alerjilere ve çeşitli hastalıklara sebep olur.
Bu faktörleri göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki, 10-12 yaş grubu çocukların büyük çoğunluğu artık, bu gıdaların bağışıklık sisteminde, beyin ve üreme organlarında oluşturduğu tahribatlar sonucu, şimdiden küçücük birer ihtiyar gibidir.
Dünya gıda endüstrisinde, binlerce çeşit ve milyonlarca ton katkı maddesi kullanılmaktadır. Hazır gıda kullanmakta sakınca görmeyen biri her gün yaklaşık 2000 çeşit yapay katkı maddesi tüketmektedir: Tatlandırıcı, tat verici, kimya koruyucu, kıvam artırıcı, renklendirici, renk koruyucu, beyazlatıcı, bozulmayı önleyici, nem tutucu, boya, aroma, vs.
Yiyecek endüstrisi, kullanılan katkı maddelerinin ambalaj üzerinde belirtilmesini zorundadır. Fakat bu zorunluluk, üreticinin sadece temel katkı maddelerine mahsustur. Mesela, bir fırın, ürettiği bir üründe su, maya, tuz, yumurta ve şeker gibi kullandığı malzemeyi belirtmek zorundadır, fakat kat bunların içeriği katkı maddelerini belirtmek zorunda değildir.
Bununla birlikte, katkı maddelerinin üretim metodunu da belirtmek zorunda değildir. Tamamen katkı maddelerinden oluşan; şeker, sakız gibi 10 cm²’den küçük ambalajlı ürünler üretenler de katkı maddelerini belirtmek zorunda değildir. Zeytin, et, peynir, ekmek, baharat, baklagiller, tahıl, kuruyemiş, meyve ve sebze gibi açık satılan yiyeceklerde, lokanta veya pastanelerdeki ürünlerde katkı maddelerinin belirtilme mecburiyeti yoktur.
Örnek olarak en yaygın kullanılan basit bir sakızın içindekilere bakalım:
- Sakız mayası: Sakızın ana maddesidir. Ambalajda belirtilmeyen, sakız mayasının içindekiler şunlardır: Kauçuk, vaks, antioksidan, elastomer, reçine, yeni polimer, parafin ve katkı maddeleri (katkı maddelerinin sayısı ve türü belirtilmemiştir).
- Tatlandırıcılar (7 tane): Doğal olmadığı için bunların tamamı sindirimi bozar, alerjilere yol açar, diyabete zemin hazırlar. Ayrıca her birinin özel zararları da vardır. (“En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri” bölümünde Aspartam’a bakınız).
- Doğala özdeş aromalar (3 tane): Rekombinant-DNA ve nanoteknoloji yöntemleriyle üretilenler beden-ruh dengesini ve hormonal dengeyi etkiler. “Aromalar” konusuna ve “Zihin Kontrolü” bölümüne bakınız.
- Gliserol (Nem tutucu): Büyük ihtimalle domuz ürünüdür. Mezbahaların atıklarından da elde edilebilir.
- Lesitin (Emülatör): Büyük oranda domuz ürünüdür. Bitkisel olanda “soya lesitini” yazar, ancak bu da genetiği değiştirilmiş soyadan elde edilir.
- Parlatıcılar (2 tane): Biri, “shellak” türü ki genetiği değiştirilmiş bir tür bitten elde edilir. Alerjilere ve beklenmeyen yan etkilere yol açabilir. Diğeri ise *“karnauba mumu”*dur. Aslında kağıtçılık ve mobilyacılık gibi sanayilerde kullanılan sentetik bir maddedir. Her ikisi de bir çok ülkede yasaklanmıştır.
- Titanyumdioksit, E 171: Renklendirici ve nem tutucudur. En tehlikeli maddelerden biri olan titanyumdioksit için “En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri” ve “Zihin Kontrolü” bölümüne bakınız.
Gördüğünüz gibi 2,5 gr’lık küçük bir sakız en az 34 tane katkı maddesi içerir. En az diyoruz çünkü her bir katkı maddesinin 2-7 tane kendi kokusu, rengi, renklendiricisi ve saklayıcısı vardır. Sakızın üzerinde “laksatif etki” (ishal) yapabilir ve “çocuklar kullanmamalıdır” uyarıları yer alır. Çocukların bu uyarıyı anlaması beklenemez ve küçük çocukların hepsi sakızı yutar!
Katkı maddelerini savunanlar “Katkı maddelerinin içinde zararsız hatta faydalı olanlar vardır” diyebilirler. Birkaç yıl öncesine kadar bu doğru olarak bilirdi, ancak bugün katkı maddeleri farklı malzemelerden, farklı teknoloji ve yöntemlerle elde edilmektedir. Üretim metodlarının, içeriğinin ve kaynaklarının, güvenli, tehlikeli veya şüpheli olup olmadığının belirlenmesi kesinlikle mümkün değildir.
Örneğin, Karoten (E160) Doğal A vitamini kaynağıdır ve doğal bitki pigmentlerindendir, betanin (E162) ise kırmızı pancardan elde edilebilir. 40 yıl önce doğal bitkilerden elde edilen bu katkı maddelerinin üretim şekli değiştiği halde hâlâ “güvenilir” sınıfında yer almaya devam etmektedir.
Bu katkı maddeleri, artık rekombinant-DNA yöntemiyle elde edilmektedir ve “tehlikeli” hale gelmiştir.
Ürün ambalajlı veya ambalajsız olsun, ambalaj 0 kaynaklarını tespit etmek mümkün değildir.
Dr. Aidin Salih Kimdir?
Lugansk, Ukrayna’da Tıp Fakültesini bitirdi. Sovyetler Birliği’nde yıllarca tıp doktorluğu görevini yürüttü. Daha sonra Taşkent Devlet Üniversitesi’nde Biyoloji bölümünden mezun oldu. Ayrıca Uluslararası Alternatif Tıp Okulu’nu bitirdi.
Biyoloji diploma tezi ‘Yabani Hayvanların Fizyolojisi’ üzerineydi. 30 yılı aşkın bir zamandır aldığı çok yönlü eğitimlerle insan ve hayvan hastalıklarının sebeplerini inceledi.
Aidin Salih ‘Gerçek Tıp: Yitik Şifanın İzinde’
İslam Tıbbı, Tıbb-ı Nebevi konusundaki alimlerin ve eski hekimlerin tecrübelerinden ve bilgilerinden yararlandı. Tedavileriyle binlerce insanın şifa bulmasına vesile oldu. Bu çerçevede geliştirdiği tıp yaklaşımını anlattığı “Gerçek Tıp – Yitik Şifanın İzinde” isminde bir kitabı bulunuyor. 40 yaşında müslüman olan Salih, 9 Kasım 2014’de İstanbul’daki evinde hakkın rahmetine kavuştu.