Beslenme Alışkanlıkları, Vejetaryenlik, Etçillik, Obezite ve Evrim

Homo Sapiens, 275 milyon yıl kadar önce sürüngenlerden evrimleşmiş memeliler içerisinde, 47 milyon yıl kadar önce evrimleşmeye başlamış Primatlar takımı içerisinde bulunan ve son 6-7 milyon yıldır insansılar kolundan evrimleşerek günümüze gelmeyi başaran tek insan türüdür. Yani bu uzun yolculukta, ilk memelilerden günümüze kadar pek çok özellik değişmiş, bunların birikimi sayesinde önce primatlar dediğimiz iri beyinli memeliler evrimleşmeyi başarmış, bunların arasından bir kol da günümüz modern insanına doğru gitmiştir. Bu yoldaki değişimlerden başlıcaları morfolojik, anatomik, fizyolojik ve davranışsal değişimlerdir.

Morfolojik değişimler insanın günümüzdeki dış görünümünün değişimini, anatomik değişimler organlarının yapısını, fizyolojik değişimler hücre, doku ve organları arasındaki ilişkileri, davranışsal değişimleri ise sosyal yapı içerisindeki etkileşimleri değiştirmiştir. Bu değişimlerin toplamı, günümüzde sadece insanı değil, her türü kendi atalarından farklılaştıran özelliklerdir. Örneğin bugün yaşayan bir tür, kendi atasından bu özelliklerin toplamı (ve hatta daha fazlası) çerçevesinde farklılaşmıştır, o ata tür ise kendisinden önceki atalardan… Bu böyle ilk canlılara kadar, cansızlıktan canlılığın evrimine kadar takip edilebilir.

Thomas Hobbes: “pis, zalim ve kısa” hayatlar yaşayan canlılar haline geldik”

İnsanın ve atalarının beslenme eğilimleri ve besinlere olan yaklaşımı da evrimsel süreçte değişmiştir. 6 milyon yıl kadar önce şempanzelerle ayrı yönlere doğru evrimleşmeye başladığımızdan beri, Thomas Hobbes’un tanımıyla “pis, zalim ve kısa” hayatlar yaşayan canlılar haline geldik (Hobbes, evrimleştiğimiz tarihi bilememiş olsa da, bu değişim tanımını Darwin’den bile 200 sene kadar önce yapabilmiş bir İngiliz filozofudur). Zekamızın evrimi pek çok şeyi iyileştirirken, bu iyileşmelerle kıyaslanmayacak miktarda fazla olan pek çok şeyi de kötüleştirdi.

Ortalama ömrümüz bilim ve teknolojinin ilerlemesi ve özellikle tıp alanında yaptığımız keşifler sayesinde bundan 50.000 sene öncesine göre 3 katına kadar çıkarken; iklim, belki de canlılık tarihinde siyanobakterilerin evrimleştiği milyarlarca yıl öncesinden beridir ilk defa, tek bir tür tarafından, bu kadar köklü bir biçimde değiştirilmektedir. Dünya’nın milyarlarca yıldır süregelen doğal dengesini denklemin kendi tarafımıza düşecek şekilde değiştirmeye çalışmaktayız ve bu işleri daha da karmaşık hale getiriyor. Ancak tüm bu değişimlerden yine en çok etkilenen türlerden biri yine biziz.


İnsan Diyetinin Evrimsel Geçmişi

İnsana gidecek evrimsel dal, şempanzelere gidecek evrimsel daldan ayrılmaya başladığında (6 milyon yıl kadar önce), şempanzeler ile insanların ortak ataları halen meyveler ve bitkilerle besleniyordu. Pek çok çeşit meyve, ağaç kabukları ve gövdeleri, yapraklar, bitki kökleri ve benzeri bitki parçaları diyetleri içerisinde yer alıyordu. Her ne kadar günümüzden 15-12 milyon yıl öncesinden itibaren insansı maymunların (gibonlar, goriller, orangutanlar, şempanzeler, bonobolar ve insanlar) evrimleşmesiyle et tüketimi de yavaş yavaş başlamış olsa da, meyve ve yeşillik ağırlıklı beslenme hemen hepsinde ciddi biçimde baskın olarak kaldı. İnsan kolu olan Hominidler de çok uzun bir süre bu özelliği sürdürdü.

Etcil Şempanze Ailesi (Pan Troglodytes)
En yakın kuzenlerimizden olan ve aslında bitkisel ürün ağırlıklı bir hepçil olan Pan troglodytes (Şempanze) türü avının etini toplu olarak tüketirken
Paranthropus Boisei
Paranthropus boisei türü olan, Homo cinsinin yakın kuzenlerinden bir birey meyve yerken; günümüzden 2 milyon yıl önce…

Bitkilerden elde edilen enerji, genellikle hayvanlardan elde edilene göre oldukça düşüktür ve kısıtlıdır. Tam olarak bu sebeple otçul veya baskın olarak ot yiyen hepçil türler, bitkilerden yeterli enerjiyi alabilmek için ortalamada çok daha fazla kütlede bitkisel ürün tüketirler. Kimi otçullar, vücut ağırlarının kat kat fazlasını tüketerek gerekli besin ve enerjiyi almak zorundadır.

Bize doğru evrimleşecek olan atalarımız, çok uzun yıllar hep ormanlarda yaşadı, çünkü çevre onları hiç dışarıya çıkmaya zorlamadı. Ancak zaman ilerledikçe, besin kaynaklarının azalması ve daha önemlisi, muhtemelen çevresel ve iklimsel değişimlerden ötürü insan türleri (günümüz modern insanının ataları) günümüzde Kongo ve civarında bulunan ormanlardan öncelikle doğuya, sonrasında kuzey ve güneye doğru göç etmeye başladılar.

Adapte Olan Atalarımız

Evrimsel olarak beslenme tarihimizi incelediğimizde, günümüzden 2.5 milyon yıl kadar önce, insan türlerinden biri olan Homo habilis‘in ve yakın atalarının ilk defa et ağırlıklı beslenmeye başlayan bir popülasyona doğru evrimleşmeye başladığını görüyoruz. Besin kıtlığı sırasında ot bulamayan bireylerden, özellikle orman dışında yaşayıp adapte olmaya çalıştıkları savana hayatında, çevrede bolca bulunabilen ete yönelenler açlık savaşını kazanmayı başardı. Bu aslında oldukça beklenen bir sonuçtur: zira ormanların sunduğunu savanadan beklemek hata olacaktır.

Hele ki Afrika’nın birkaç yüz kilometre mesafede bile tamamen değişebilen iklim ve bitki örtüsü düşünüldüğünde, canlıların göçlerinin çok daha dramatik evrimsel değişimleri getirmesi kaçınılmazdır. Ormandaki bitki bolluğundan, savananın kıtlığına düşen türümüzün ataları, bu yeni çevrenin sunabildiği besinlere adapte olmaya başlamıştır. Savanalarda, otlara göre çok daha bol miktarda et bulunur. Bitkisel besin olarak ise küçük yemişler, ufak otlar ve kimi zaman kısa ağaçlar ve meyveleri bulunabilir.

Savana hayatı - Homo Sapiens Ağaç Üstünd
Savana hayatından bir görsel…

Et ağırlıklı beslenmenin evriminde, ilk etaplarda ciddi hastalıkların yaşanmış olması ve dolayısıyla türümüzün atalarının nüfusunun kırılmış olması muhtemeldir. Çünkü çiğ ete alışkın olmayan türlerin bedeni, etlerle taşınan mikroplara adapte değildir. Ancak aç kalıp ölmek ile et yiyerek sağ kalma arasındaki denge, sonunda etten yana bozulmuştur ve et yemeyi daha fazla başarabilen, bu besinlerden faydalanabilmek konusunda daha uyumlu, daha güçlü savunma sistemlerine ve eti daha kolay kabul edebilen genlere (ve dolayısıyla bünyelere) sahip bireyler hayatta kalarak daha fazla üreyebilmişlerdir. Bunun mümkün olabilmesinin sebebi, bireylerin genetik ve çevresel etkiler altında varyasyonlara sahip olmasıdır:

Ayni Tür İçerisinde Farklı Beslenme Varyasyonları

Atalarımızın kimi, alışık olmasa da et yemekten iğrenmezken, kimi bundan tiksinmiş ve uzak durmuş olabilir. Kiminin doğumundan beri gelen beslenme tipinden ötürü midesinde yaşayan bakterilerin çeşidi ve sayısı, diğerlerinden farklı olabilir. Kiminin genetik çeşitliliğinden ötürü barındırabileceği bakterilerin veya vücudunun savunma sisteminin yapısı diğerlerinden farklıdır. Aynı tür içerisinde bile bireyler arasında bu şekilde milyonlarca varyasyon bulunmaktadır. Bu, seçilimin et yemeyi başarabilenlerden yöne bozulmasını sağlamıştır.

Bu konuda giderek artan veriler, aslında primatların zaten son 45 milyon yıla yakın bir süredir hepçil, yani hem et hem de ot yiyebilen bir bünyeye sahip olduklarını; ancak çoğu primat türünün özellikle bol olarak erişebildiği bitkisel ürünleri baskın olarak tüketebilecek bir biçimde adapte olduğunu göstermektedir. Bunun en güzel örnekleri, ciddi bir baskınlıkla ot tüketen yakın kuzenlerimizin (şempanzeler, goriller ve orangutanlar), yeri geldiğinde diğer primatları ve küçük kemirgenleri avlayarak yemeleridir. Bünyeleri bu durumda herhangi bir zarar görmemekte, sindirimde herhangi bir sorun yaşamamaktadır. Ancak bu canlıların yaşam alanlarında her zaman bitki temelli besinlere erişim çok daha kolay ve yaygın olduğundan (en azından şimdilik), bizim atalarımızın savanaya çıktıklarında karşılaştıkları ölümcül seçilim baskısını asla maruz kalmamış, dolayısıyla et temelli bir hepçil diyete asla ihtiyaç duymamışlardır.

Homo Ergaster türünden bir av görüntüsü; günümüzden 1.8 MYÖ
Et temelli hepçil bir diyete sahip Homo ergaster türünden bir av görüntüsü; günümüzden 1.8 MYÖ

Tüm enerjimizin %20’sini beyin tek başına tüketir

Atalarımızın et yemeye başlamayla birlikte, insanın beyin kapasitesi de evrimsel açıdan oldukça hızlı bir şekilde büyümeye başlamıştır. Bunun sebebi, az miktar bir etten bile alınabilecek bol enerji ve proteinin beynin büyümesi için gerekli olan her şeyi sağlıyor olmasıdır. Çünkü beyin vücudumuzdaki en masraflı, en çok enerji harcayan organıdır (tüm enerjimizin %20’sini beyin tek başına tüketir; halbuki beyin, vücudumuzun sadece %2’sini oluşturur).

Türümüzün evrim sürecinde, beynimizin enerji ihtiyacını karşılamak sadece ot temelli bir beslenmeyle başarılabilecek, en azından evrimsel süreçte ve uzun vadede sürdürülebilecek bir durum değildi. Elbette bireysel tüketim söz konusu olduğunda, üzerimizde eskisi gibi seçilim baskısı olmadığı için ot temelli bir beslenme ile hayatta kalınabilir. Ancak vahşi hayatta olduğumuz dönemde evrimsel olarak tek güçlü silahımız olan beynimizin enerjiye ihtiyacı vardı ve bunu edinmenin tek yolu et tüketmekti.

Bu sebeple, diğer hayvanların beyinleri (ve ot temelli beslenen atalarımızın beyinleri) insana göre çok daha küçük kalmış ve büyümesi yönünde bir seçilim baskısı olsa da, bu büyüme gerçekleşememiştir.  Bunun haricinde ot temelli beslenme ne kadar sınırlanırsa (sadece yaprak yemek gibi), canlının enerji üretimi de o kadar kısıtlanır.

Otçul diyetin doruk noktası olan tembel hayvanlar, sadece bitki yaprakları ile beslenirler. Ancak bu, onlara o kadar az bir enerji verir ki, diyetlerinin değişmesi yerine, fizyolojik faaliyetleri ve yaşam biçimleri değişmiş ve evrimleşmiştir. Tembel hayvanlar, ortalama olarak en fazla saniyede 6 santimetrelik bir hareket hızına erişebilirler. Bu, 1 metre uzağınızdaki bir masadaki bardağa, normalde 1 saniyeden daha kısa sürede erişebilecekken, 15-16 saniyede ulaşabilmeniz demektir. İşte bu yüzden isimleri “tembel” hayvandır. Ancak hızlanmak yerine, çok yükseklere tırmanabilme yetenekleri sayesinde, hayatta kalmayı başarmış ve hızlanmaya yönelik bir evrim geçirmemişlerdir.

Otçulların hareket kabiliyetleri ve zekaları, etçillere göre daha düşüktür

Burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta, otçulların hepsinin çok yavaş olmak zorunda olmadığıdır. Örneğin geyikler ve ceylanlar, çok seri bir şekilde hareket edebilirler, dünyanın en hızlı koşucusu olan çitaları bile kıvraklıkları sayesinde atlatabilirler. Dolayısıyla ne tür bir evrimsel geçmişe ve ne tür adaptasyonlara sahip olunduğu da, besinlerin metabolizmanıza etkisini belirlemektedir. Bu noktada, ortalamalar ve ortalamaların verdiği bilgiler değer kazanmaktadır: ortalama olarak otçulların hareket kabiliyetleri ve zekaları, etçillere göre daha düşüktür. Ancak spesifik olarak bazı otçullar, spesifik olarak bazı etçillerden daha hızlı hareket ediyor olabilir veya daha zeki olabilir.

Bu tıpkı şuna benzer: ortalama olarak siyah insanlar, beyaz insanlara göre atletizmde daha başarılıdırlar. Ancak spesifik bazı beyaz atletler, spesifik bazı siyah atletlerden daha başarılı olabilir. Ortalamalarda ise durum tam tersidir. Dünya’nın en çevik koşucusunun (çitalar) etçil bir hayvan olması, Dünya’nın en zeki canlısının (insanlar) etçil ağırlıklı bir hepçil olması, Dünya’nın en zeki ve hızlı dinozorlarının (Troodon, Deinonychus, Compsognathus ve diğerleri) etçil olması tesadüf değildir. Fakat bu demek değil ki otla beslenen canlılar hareket edemez veya zeki değildir; ortalama konusunu hatırlayınız.

Ateşi de kontrol etmeyi ilk olarak başaran Homo erectus türü avlanırken; günümüzden 1.5 MYÖ...
Modern insanın atalarındaki önemli basamaklardan biri olup, ateşi de kontrol etmeyi ilk olarak başaran Homo erectus türü avlanırken; günümüzden 1.5 MYÖ…

Üstelik ette, yeşil bitkilere kıyasla çok daha yoğun olarak bulunan hayvansal proteinler ve daha da önemlisi vitaminler, beynimizin biyokimyasal yapısı, büyümesi, gelişmesi ve başlıca fonksiyonları için çok önemlidir. Otçul ağırlıklı diyetlerinde bunları alamayan atalarımız, et temelli beslenmeyle birlikte bunları alabilmeye başlamıştır. Elbette et yemek, beynimizin evrimleşebilmesi için tek sebep değildir, yoksa et yiyen tüm hayvanlarda beynin irileşmesini beklerdik. Ayrıca atalarımız, günümüzdeki kadar zeki olmadığı için, zirai tekniklerden ve ürünlerden de yoksundu. Yani bu paragraflarda tartıştığımız, vejetaryenlik iyi midir, kötü müdür gibi bir konu değildir. Burada ortaya koyduğumuz, insanın et ağırlıklı diyete sahip olan bir hepçil (hem et, hem ot yiyen) olması ve beyninin evriminin en önemli unsurlarından birinin bu olmasıdır.Çünkü bu gerçek, bazı modern tartışmalarda göz ardı edilmeye veya saptırılmaya çalışılmaktadır.

Homo habilis ile birlikte beynimizin evrimi inanılmaz bir hız kazanmıştır.
Beynimizdeki evrimin hız kazanmasıyla et ağırlıklı beslenmeye geçişimiz, beklendiği gibi üst üste çakışmaktadır. Et temelli beslenmeye giderek adapte olan Homo habilis ile birlikte beynimizin evrimi inanılmaz bir hız kazanmıştır.

Ette bol miktarda protein, vitamin, mineral ve yağ asitleri bulunur. Bu sayede insanların sadece zeka gelişimi tetiklenmemiş, boyları da hızla uzamaya başlamıştır. Günümüzden 5-6 milyon yıl önce yaşayan insan türleri 1 metre civarındayken, Homo habilis‘ten birkaç yüz bin yıl sonra evrimleşen Homo ergaster‘in çocuk yaştaki boyu 1.8 metrenin üzerine çıkabilmiştir. Günümüzde ise bilindiği gibi ergenlik sonunda ulaşılan boy 1.8 metre civarındadır. Yani Homo ergaster kadar hızlı büyüseydik, 10-12 yaşındaki bir insan çocuğu yaklaşık 1.8 metre boyunda olurdu. Zaten temel olarak bu sebeple büyümekte olan bir çocuğun gelişimi için hayvansal proteinler ve et büyük önem arz etmektedir. Zira gelişim biçimimiz de evrimimiz ile paralel olarak belirlenmiştir; dolayısıyla etin bu evrimde önemi büyüktür.

Uzayan ve Sosyalleşen Atalar

Boy uzunluğundaki artış da evrimsel süreçte et temelli diyete geçmemiz ile tam olarak üst üste çakışmaktadır. Et yiyor olmasına rağmen zekası evrimleşmeyen diğer hayvanlardan bir diğer farkımız da, zekamızın evrimleşmesinin tetiklenmesiyle birlikte algısal becerilerimizin gelişmesi, bu sebeple de alet kullanabilmeye başlamamızdır. Diğer hayvanlar, yakalayacakları et için çok uzun çabalar harcayıp, günü kurtarmayı hedeflerken insan türleri güçlü sosyal bağlar kurarak ve alet kullanarak az enerji ile çok et avlayabilmiştir. Bu sayede fazladan enerjiyi başka yönlere harcamayı başarabilmiştir. Bir çita 21 saat uyuyup 3 saat avlanırken, insan türleri 3 saat avlanıp 21 saat diğer işlere odaklanmışlardır. Bu “işler” içerisinde yer alan sosyal ilişkiler sayesinde sosyal yapıları çok daha gelişmiş ve yerleşik yaşama geçmeye başlamışlar, adım adım daha gelişmiş bir yapıya evrimleşmeye başlamışlardır.

Evrim sürecinde omurga ve iskelet yapısı. Homo habilis ile birlikte beynimizin evrimi inanılmaz bir hız kazanmıştır.
Beynimizdeki evrimin hız kazanmasıyla et ağırlıklı beslenmeye geçişimiz, beklendiği gibi üst üste çakışmaktadır. Et temelli beslenmeye giderek adapte olan Homo habilis ile birlikte beynimizin evrimi inanılmaz bir hız kazanmıştır.

Tabii unutmamak gerekir ki et merkezli yemek biçimine geçişimiz, şekere ve şekerli besinlere olan tutkunluğumuzu da yok etmemiştir. Sonuçta beynin yapısal evrimi için gereken şey proteindir; ama beynimiz günlük yaşamda şeker ile çalışır. Bu sebeple insan, meyve ve sebzeleri tüketmeye devam etmiş; bitkilerin sadece bol yeşil gövdelerini (özellikle yapraklarını ve gövdelerini) yemeyi bırakmıştır.

Körelmiş Apandiks Organı

Bu yeşil gövdelerde bol miktarda selüloz bulunur ve apandiks organı, tüm atalarımızda ve kuzenlerimizde selülozu sindirmek üzere özelleşmiş hücreleri barındırıyordu ve onlarda hala da barındırır. Ancak yeşil gövdeleri bırakmamızla birlikte apandiks organı da evrimsel açıdan gereksizleşti ve atalarımızda körelmeye başladı. Türümüzde de bu körelme devam etmektedir. 2,5 milyon yıldır süren bu körelme süreci sonucunda apandiksimiz, neredeyse işlevsiz bir hale gelmiştir; gittikçe de küçülmektedir.

Apandiksin körelmiş ve köreliyor olması, ot temelli hepçil diyetten, et temelli hepçil diyete geçtiğimizin en yalın ve net göstergelerinden birisidir. Otçul veya ot temelli hepçil olan canlıların, bitkilerin ana şeker kaynaklarından biri olan selülozu sindirebilmek için apandikse ihtiyaçları vardır. İnsanın ise artık böyle bir ihtiyacı bulunmamaktadır.

Apandiks organı ve uzunluğu..
Farklı hayvanlarda apandiks organı ve uzunluğu…

Küçülen Çene

Et temelli diyetin evrimleşmesinin bir diğer en önemli göstergesi de çenelerimizin küçülmesidir. Bunun tek sebebi et temelli diyete geçmemiz değil, aynı zamanda beyinlerimizin büyümesidir. Fakat beynimizin büyümesi de et temelli diyetle doğrudan ilişkili olduğu için, çenelerimizin küçülmesiyle de ilgilidir. Selülozun sindirilebilmesi için tek gereken apandiks değildir. Çünkü apandiks içerisinde selülozu sindirebilen kimyasalları üreten bakteriler, sadece kimyasal sindirime yarayabilir.

Ancak bir besinin sindirilmesinin ilk adımı, mekanik parçalamadır. Bunu da dişlerimiz yapar. Otların parçalanabilmesi ve selülozun kısmen yıkılabilmesi için, çok geniş ve büyük ezici dişlere ihtiyaç duyulur. Bunu yapan, çenemizin arka kısmında bulunan dişlerimizdir. Evrimsel süreçte, ot temelli diyetten uzaklaştıkça, bu dişlerin tamamına ihtiyacımız da kalmamıştır. Ayrıca çene basıncımızın da eskisi kadar yüksek olmasına gerek olmaması, çenemizin küçülmesiyle sonuçlanmıştır.

Bunun en belirgin göstergesi de (fosiller haricinde) 20 yaş dişlerimizin bu kadar sorunlu olmasıdır. Aslında 20 yaş dişlerimiz, otların sindirimi için çok önemli parçalardı; ancak son 2.5 milyon yıldır bu dişlere ihtiyacımız nesiller içerisinde azalmış, çenemizin de küçülmesiyle bu dişlere ağzımız içerisinde yer bile kalmamıştır. Bu sebeple bu körelmiş diş yapıları, günümüzde bu kadar sıkıntılı bir şekilde çıkmakta, sağlık sorunlarına neden olmaktadır.

Khoisan (San) Kabilesi'nin avlanma çabasından bir kare
Çağımızda halen hayatta olmalarına rağmen türümüzün antik atalarına en yakın şekilde yaşayan, avlanan, hayatta kalan Khoisan (San) Kabilesi’nin avlanma çabasından bir kare; Günümüz…

Maraton Koşucuları Düzeyinde  Kardiyovasküler Sağlık, Dayanıklılık ve Kas-yağ Dengesi

Tabii ne olursa olsun, atalarımız bu besinlere ulaşmak için çok ciddi çabalar sarf etmektelerdi. Bir bizonun peşinden mızraklar ve gürzlerle koşmak, onu yere indirip öldürmek, kilometrelerce geri, kampa taşımak kolay bir iş olmasa gerek. Benzer şekilde her gün ağaçlara tırmanıp, binbir kıvraklıkla meyve-sebze toplamak kolay değildir. Bu ikisinin kombinasyonu sebebiyle atalarımızın dayanıklılığı, kardiyovasküler sağlıkları, kas-yağ dengeleri, günümüz maraton koşucuları ile neredeyse aynı düzeydeydi. Günümüzde halen vahşi türler gibi avlanan insan kabilelerinde, “modern” dünyanın yağ kütlesi normalden oldukça yüksek (veya fiziksel aktivitesi yok denecek kadar az) insanlarına göre çok yüksek fiziksel yetiler bulunmaktadır. Günümüz insan kabilelerinden bazıları, tam 8 saat boyunca bir geyiğin peşinden koşup avlanabilirler.

Khoisan (San) Kabilesi avlarını yemek üzere hazırlarken; Günümüz...
Aynı kabile, avlarını yemek üzere hazırlarken; Günümüz…

Modern İnsanın Yerleşik Yaşama Geçmesi, Tarımın Başlangıcı ve Obezite

Yukarıda saydığımız tüm ata ve kuzen türlerden sonra, günümüzden 384.000 – 200.000 yıl kadar önce artık iyice büyük bir beyin hacmi, algı kapasitesi ve sosyal ilişki gücüyle Homo sapiens evrimleşti. Homo sapiens de yaklaşık 190.000 sene atalarının izinden gitti, avlandı ve topladı; avcı-toplayıcı bir yaşam sürdü. 10.000 yıl kadar önce ise zekasının daha da gelişmesi ve olaylar arasında neden-sonuç ilişkilerini çok daha başarılı bir şekilde kurabilmesi sayesinde, öncelikle yerleşik yaşama geçti, sonrasında ise tarım yapmaya başladı.

Yerleşik Yaşam ve Hastalıklar

Bu, insan sağlığı için yapabileceğimiz en büyük hatalardan biri oldu. Tarım sayesinde düzenli olarak besin üretilmeye başlandı ve göçler, avlanmalar, toplamalar sebebiyle olan açlığa bağlı ölümler neredeyse tamamen yok oldu. Ancak insanların kabileler halinde büyümeleri ve tarımsal mini-kentler kurmalarıyla birlikte bakterilere ve virüslere yol açılmış oldu ve ciddi salgın hastalıklar yaşandı. Yerleşik dönemde halen var olan avcı-toplayıcı ekiplerin bu tarımsal topluluklar arasındaki seyehatleri sebebiyle ilk salgın hastalıklar başlamış oldu.

Kötü Beslenme

Tabii tarımın avlanmadan kat kat kolay olması, beslenme stilimizin yine değişmesi demekti. Artık et yerine tarım ürünlerini bolca tüketmeye başladık ve bu sebeple pek çok aminoasit, vitamin ve mineralden uzak kalmaya başladık. Ölümlerin azalmasıyla birlikte yaşam ortalamaları arttı; ancak eski boy ortalaması göreceli olarak azalmaya başladı. İskelet sistemimizde de yerleşik hayata geçilip avlanmanın azalmasıyla sorunlar baş göstermeye başladı. Kalsiyum eksiklikleri, kemik, eklem ve diş hastalıkları boy göstermeye başladı. Tüketilen etler, vahşi hayvanlar yerine besi hayvanlarından elde edilmeye başlandı. Besi hayvanlarının eti protein açısından vahşi hayvanlarınki kadar zengin değildir ve yüksek oranda yağ içerir. Besi hayvanlarından üretilen süt de, hayvanların beslenme tipinden ötürü kaymak yağı içermeye başladı ki kaymak yağı damar tıkanıklıklarının baş sorumlularından biridir. Fakat henüz obezite sorunları doğmamıştı çünkü halen insanlar günümüzdekinden çok daha aktiftiler.

Teknoloji Faktörü

Obezite adı verilen sağlık sorununa ilk defa günümüzden 100 yıl kadar önce rastlanmaya başlandı. Bu dönem, “tesadüfe” bakın ki arabaların ve modern makinaların icat edildiği dönemdir. Teknolojinin gelişmesi, genel olarak insanlara iyi bir şey gibi gelse de, doğa açısından ciddi bir felaket oldu. Burada doğadan kastımız çevresel sorunlardan ayrı olarak, insan doğasıdır.

Sonuçta insan ne kadar evrimleşirse evrimleşsin bir hayvan türüdür ve belli bir doğaya sahiptir: örneğin beslenmek için avlanmak zorundadır ve tükettiği enerji, avından elde edeceği enerjiyle yaklaşık aynı düzeydedir. Yani insanlar, diğer tüm canlılar gibi belli bir dengeyi sağlayabilecek biçimde evrimleşmiştir. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanlar doğaya tamamen hükmedebileceğini sandı ve kendi besinlerini üretmeye başladı. Ne var ki bu, spesifik olarak baktığımızda felaket ile sonuçlandı.

Örneğin Britanya’da 1700 yılında şeker tüketimi kişi başı 2.5 kg iken, günümüzde Amerika’da şeker tüketimi kişi başı 50 kg’ı aşmıştır. Üstelik bu şekerin %50’si fruktoz içeriklidir (bir tür şeker; ancak vücudumuzun alışık olduğu glukozdan farklı, çok daha ucuz olan bir tür şeker) ve hücrelerimiz fruktozu parçalamak için değil, glukozu parçalamak için özelleşmiştir. Fruktozu parçalamak çok daha zordur ve bu, aşırı yağlanmaya neden olur. Çiftçiler (ve daha çok “patronları”) teknolojinin verdiği silahlar sayesinde dev miktarlarda mısır ve buğday yetiştirip köşeyi dönebilmektedir; fakat ürettikleri etin besleyici olmasından ziyade yağlı olması amaçlanır. Etin yağlı olması istenir, çünkü yağlı etin tadı güzeldir, çok satar ve zengin eder; üstelik yağsız üretimden çok daha ucuzdur. Benzer şekilde üretilen süt, peynir ve tereyağları da tamamen zararlı, doymuş ve katı yağlar içermektedir.

Obez Çocuk
Sevimli ama sağlık konusunda büyük risk altında olan bir çocuk; Günümüz…

Yerleşik hayatın gelişmesi ve şehirleşmeyle birlikte, iş bölümünde yaşanan özelleşmeler yeni meslek tanımlarını doğurmuş, teknoloji sayesinde seri üretim ilerlemiştir. Eskiden et isterseniz, bir ineği devirip kesmeniz gerekirdi. Günümüzde köşe başında arabanıza atlayıp gidebileceğiniz dev süpermarketler bulunmaktadır. Hatta bu kadar uğraşmanıza bile gerek yok, Graham Bell (telefonun mucidi) ve Tim Berners-Lee (internetin mucidi) sayesinde evinize kadar servis mümkündür!


Obezite ve Riskleri

Göbeğini ölçen üstü çıplak adamGünümüzde obezite, “uluslararası bir salgın hastalık” olarak değerlendirilmektedir ve insanları hızlı öldürmediği için ülkeler kırmızı alarm vermeseler de pek çok klinik ve dernek, ciddi bir şekilde çözüm üzerinde çalışmaktadır. Bu riskten en muzdarip olan ülke, Amerika Birleşik Devletleri’dir, çünkü en yüksek teknoloji, en az fiziksel çaba ile orada kullanılmaktadır. İnsanlar neredeyse hiç hareket etmemektedirler ve çoğunlukla bilgisayar başı işlerde çalışmaktadırlar. Bu da obezitenin ana sorumlusudur.

Ancak Amerika, aynı zamanda obeziteye karşı bilinç geliştirmiş ilk popülasyondur ve şu anda insanlar hızlı bir şekişde bilinçlendirilmeye çalışılmaktadır. Eğer yolunuz düşerse, ülkede ya çok şişman ya da çok zayıf insanlar olduğunu göreceksiniz. Çünkü bir kısım insan obeziteyle savaş halinde sürekli spor yaparken, diğer -ve ne yazık ki çoğunlukta olan- kısım obezdir.

 

 Obezitenin doruk noktasına ulaştığı 1999 yılından itibaren elde edilen şu araştırma sonuçlarına bir göz atalım:

  • Birleşik Devletler’deki yetişkinlerin %31’i obezdir.
  • 6-11 yaş arası çocukların %13’ü, 12-19 yaş arası çocukların %14’ü aşırı kiloludur. Bu rakamlar 1979’dan bu yana 3 katına çıkmıştır.
  • Aşırı kiloluluk her etnik grupta görülmektedir.
  • Obeziteden dolayı sadece Birleşik Devletler’de yılda 300.000 kişi ölmektedir.
  • 2000 yılında obeziteye ABD’nin tek başına harcadığı para 117 milyar dolardır.
  • 2008 yılında yetişkinler arasındaki obezite %34’e çıkmıştır.
  • Obezitenin insanı öldürme ihtimali ve miktarı, kuş gribinden 3 kat daha fazladır.

Günümüzde, yoğun çabalar sayesinde Amerika kendi sınırları içerisindeki obezite artışını durdurabilmiştir. 2011 senesi itibariyle obeziteye harcanan para 168 milyar dolara ulaşmıştır; ancak bu sayede 2003 yılından beridir obezite oranları gerilmese de, artış durdurulmuştur. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önlem Merkezi’nin (CDC) internet sitesinde, sayfanın ortalarında görebileceğiniz hareketli grafik, gidişatı güzel bir biçimde özetlemektedir.

Obezitenin yükselişi grafiği
Obezitedeki artışı gösteren bir grafik…

Peki obezitenin tüm bu çevresel sebepleri haricinde, genetik sebepleri olabilir mi? Günümüzde bu konuda çalışmalara ağırlık verilmiştir; ancak halen net sonuçlar bulunmamaktadır. Bazı genlerin, hücrelerin enerjiyi saklama ve vücuda dağıtma biçimleri üzerinde etkisi olduğu keşfedilmiştir ve bu genlerin belli bir yönde etkilenmesinin, yağ yakımını zorlaştırdığı düşünülmektedir.

Bu genlere günümüzde “enerji-tutumlu genler”, bu fenomeni açıklamak üzere ortaya atılan hipoteze ise Enerji-Tutumlu Genotip Hipotezi (Thrifty-Genotype Hypothesis)  adı verilmektedir. Fakat henüz pek bir ilerleme kaydedilemediğinden bu konuda açıklama yapmak yersiz olacaktır; sadece genlerin belli bir miktarda etki ettiğini, fakat asıl sorumlunun çevre olduğunu bilmek gerekmektedir.

Ebeveynlerinden Daha Kısa Ömür Beklentisi İçerisinde Olunan Nesil

Dolayısıyla tüm evrimimiz sayesinde mümkün kılınan tüm bu çevresel gelişmeler, inceden inceye sonumuzu da hazırlamaktadır. Şu anda yaşamakta olan nesil, son birkaç milyon yıldır ilk defa ebeveynlerinden daha kısa ömür beklentisi içerisinde olunan nesildir; yani çocuklarımızın ömürlerinin, bizimkilerden kısa olması çok muhtemeldir.

Bu sebeple kendimizi ve ürünlerimizi övmeyi bırakarak özümüzü hatırlamalı, bir hayvan türü olduğumuzu unutmamalı ve dolayısıyla içerisinden geldiğimiz doğayı korumanın yollarını bularak, mümkün olduğunca doğal hayata uygun yaşam sürmeliyiz. Bu elbette ormanda ağaçtan ağaca atlamayı gerektirmez; ancak “bize bir şey olmaz” mantığının ölümcül olduğunu görmemiz gerekmektedir.

 


Endüstriyel Et Üretimine ve Evrimin Yükselişine Bir Tepki Olarak “Vejetaryenlik” (Otçulluk) ve Etkiye Tepki Yasaları Dahilinde Doğan “Etçillik”

Yazı Öncesi Açıklama ve Uyarı:
Mitin bu kısmı bir yana, bizim radikal/militan vegan olarak isimlendirdiğimiz kişi ve gruplar, bu mitten yola çıkarak kendi şahsi doğrularını evrensel yasalar gibi sunmaya çalışmakta, bilimsel gerçekleri sağdan soldan topladıkları alakasız ya da güvenilmez, “cherry picking” adı verilen “işlerine gelenleri seçme” yöntemiyle belirledikleri makalelerle süsleyerek insanlığa bilimin söylediği buymuş gibi pazarlamaya çalışmaktadırlar. Bundan çıkarları ya da kazançları nedir bilemiyoruz; ancak bilimsel gerçeklerle ilgili yalan söyleyen herkese olduğumuz gibi, bu insanlara da her zaman karşı olacağız.

Bunu demişken, sanılmasın ki vejetaryen/vegan diyeti desteklemiyoruz. Tam tersine, eğer ki bir insan bu diyeti kendilerine uygun görüyorsa, kendi tercihi çerçevesinde buna karar verdiyse ne ala; bu konudaki tutumumuzu buradaki yazımızda net bir şekilde ortaya koymuştuk. Bu konuda söz söylemek bize düşmez, kişinin kendi bileceği iştir. Zaten sorun da bu: beslenme gibi en temel ve yaşamsal olgulardan birisini alıp, etik bir tercihmiş gibi süsleyerek “duygulara başvurma” mantık hatasını (basitçe, duygu sömürüsünü) kullanarak insanların son derece doğal olan diyet (beslenme) ihtiyaçlarını anormalmiş gibi sunmaya çalışmak, kimsenin haddi olmamalıdır. Biz, Evrim Ağacı olarak, size şunu veya bunu yiyin diyemeyiz. Aynı şekilde, kendini bilmez bir grup kişi ve oluşumun da başkalarının haklarını alakasız yerlere bağlayarak ellerinden alma çabalarına müsaade etmeyiz.

Et yemek de, ot yemek kadar doğaldır.

Dolayısıyla burada yapacağımız, “Hayır, sakın vejetaryen olmayın, et yiyin.” demek değildir. Burada yapacağımız, “Bir grup vejetaryen/vegan savunucusunun size bilim diye pazarlamaya çalıştıkları akıllıca hazırlanmış hilelerdir ve bilimsel gerçeklerle hiçbir alakası yoktur; onların çarpık ve yanlı bir yorumudur.” demektir. O noktadan sonra, ne yiyip ne yemeyeceğiniz size kalmış.

Zira omnivor bir hayvan olarak, insanın et ya da ot yemesi, bir aslanın kuzuyu parçalayarak yemesi ya da bir zürafanın yaprakları parçalayarak yemesi kadar doğaldır. Kimse, et yediği için utanmaya zorlanmamalıdır. Çünkü et yemek de, ot yemek kadar doğaldır.

İnsan, her ne kadar et temelli diyete geçmiş bir hepçil (omnivor, hem et hem ot yiyen) bir hayvan türü olsa da, tıpkı atalarımızda olduğu gibi günümüz insanları içerisinde de yoğun bir çeşitlilik vardır. Her insan ait olduğu tür bakımından hepçildir, buraya kadar ortada bir tercih konusu yoktur: nerede doğacağınızı, kimin yavrusu olacağınızı, hangi türe ait olacağınızı ve türünüzün evrimsel geçmişini seçemezsiniz. Eğer ki Homo sapiens(zeki insan) türüne ait bir bireyseniz, Hayvanlar Alemi’ndensiniz, memeli bir hayvan türüsünüz, primatlar takımındansınız ve benzer şekilde bir hepçil canlısınız demektir. Bunun anlaşılması son derece önemlidir.

İnsan Hepçil Bir Türdür

Bu anlaşıldıktan sonra, şunun ne anlama geldiği özümsenmelidir: Bireylerin şahsi tercihleri, bu hepçillik içerisinde çeşitli değerler alabilir. Bunu bir ölçek (yelpaze, skala) olarak düşüebilirsiniz. Kimi insan tamamen etçildir ve hiç ot yemez. Aslında yiyebilirler (çünkü hepçildirler) ancak yememeyi tercih ederler. Benzer şekilde, kimi insan da sadece bitkisel ürünleri tüketirler ve hiç et yemezler (vejetaryenler). Bu kişiler de aslında et yiyebilirler (çünkü onlar da hepçildirler) ancak yememeyi tercih ederler. Geriye kalan çok geniş bir kitle ise, hepçilliğin tanımıyla doğrudan uyumlu olarak hem et, hem ot ile beslenirler.

Elbette bu kişiler de kendileri içerisinde alt gruplara ayrılabilirler. Kimi daha sık olarak hayvansal besinler tüketirken, kimi daha ağırlıklı olarak bitkisel besin tüketir. Ancak diyetleri (beslenmeleri) dahilinde mutlaka et de, ot da vardır. Özetle, bir uçta sadece et yiyenlerden, diğer uçta sadece ot yiyenlere kadar geniş bir yelpazede tercihler görmek mümkündür. Ancak türümüz, yapısı itibariyle hepçildir, bu tartışılabilir bir konu değildir. Bunun ötesinde okurlarımızın ne tür bir beslenme türünü tercih ettiği bizi ilgilendirmemektedir. Bizim için önemli olan bilimsel gerçekler ve verilerdir. İnsanın özgün diyet türü söz konusu olduğunda, türümüzün hepçil olduğu şüpheye yer bırakır bir nitelikte değildir.


Vejetaryenlik

Tamamen etçil olan az sayıda insan olsa da, et yemeye ciddi şekilde karşı olan çok sayıda vejetaryen bulunmaktadır. Bir bireyi vejetaryenliğe iten birçok sebep olabilir, bunları tek tek sıralamak mümkün değildir. Ancak eğer ki bir miktar araştırma yapar ve bu konularda tartışmalara dahil olursanız, genel kitleyi vegetaryenliğe iten birincil sebepler arasında şunlar sayılabilir: ebeveynlerinin/yakınlarının vejetaryen olması, bir hayvanın kesilişini görmeleri sonucu tiksinmeleri, et tadını beğenmemelerine sebep olan genetik bir varyasyona sahip olmaları, et yemeleriyle ilgili geçmişte başlarına gelen olumsuz bir olay (et yeme sonrası ciddi bir hastalığa yakalanmak gibi), etin tadını yapısal olarak beğenmemeleri, hayvan kesmenin etik olmadığını düşünmeleri veya tamamen kültürel birikimleri dahilinde şahsi tercihleri…

Yazımız ilginizi çekebilir: Vejeteryanlık Hakkında Her Şey

Tabii ki bunlarla sınırlandırılamaz; ancak genellikle vejetaryenleri bu tercihe iten unsur bunlardan biri veya birkaçının birleşimidir. Skalanın öteki ucunda bulunan, sayıca çok daha az miktarda bulunan etçil insanların tercihleri de bazı temel sebeplere indirgenebilir: etçil olduğunu iddia eden birçok kişinin vejetaryenlerle girdikleri tartışmalar sonucu doğan bir çeşit inattan, küçük yaşlarda görülen ailevi baskılardan (“Pırasa/karnabahar/patlıcan ye!” gibi) veya basitçe, bitkisel besin tüketmekten zevk alamamalarından kaynaklanmaktadır.

 

Vejetaryen diyette Besinler
Vejetaryen Beslenme Piramidi

 

Hepçil Yemek Tabağı - Tavuk, turp, domates ve marul
Hepçil diyete bir örnek…

 

domates soslu köfte
Etçil diyetine bir örnek…

Sadece diyetleri “vejetaryen“, “hepçil“, “etçil” olarak değil, bu kategorileri de kendi içinde alt kısımlara ayırabileceğimizi söylemiştik. Belirttiğimiz gibi, meyve de dahil hiçbir bitkisel besin yemeyen etçillerin sayısı yok denecek kadar azdır. Bu sebeple, bu yazımızda bu tür kişilerin iddialarına pek fazla değinmeyeceğiz; çünkü herhangi bir örgütlenme içerisinde değiller ve derli toplu bir argümanlar dizisi sunabilen bir tercih grubu değiller. Eğer ki bu durum gelecekte değişecek olursa, buna göre yazımızı güncelleyeceğiz.

Öte yandan vejetaryenlere baktığımızda, durumun etçillere göre bambaşka olduğunu görüyoruz. Vejetaryenler sesleri çok daha gür çıkan, çok daha örgütlü, çok daha derli toplu argümanlara sahip bir diyet grubudur. Toplum içerisindeki vejetaryenleri iki temel gruba ayırmak mümkündür: Radikal/Militan Vejetaryenler/Veganlar ile Gerçek Vejetaryenler/Veganlar.

Radikal/Militan Vejetaryenler/Veganlar

Bunlardan ilki, diyetin kişisel bir tercih olduğuna inanmayan, başkalarına dikte edilebilecek bir olgu olduğunu düşünen, dolayısıyla tıpkı kendileri gibi şahsi bir tercihte bulunan insanlar üzerinde baskı kurmayı hedefleyen, çok fazla kaliteli argüman üretme amacı gütmeyen, daha çok insanların duygularını ve ahlaklarını hedef alarak, duygu sömürüsü (Duygulara Başvurma mantık hatası) temelinde özelleşen gruptur. Bazı siyasi ideolojilerde ve sportif faaliyetlerde gördüğümüz gibi, vejetaryenlik gibi oldukça temel bir konuda da köktencilik ve fanatizm bulunmaktadır.

Gerçek Vejetaryenler/Veganlar

Gerçek vejetaryenler ise, diyetin kişinin kendi tercihi olduğunu bilen, eğer kendisine sorulacak ya da yordam istenecek olursa yardımcı olmak için elinden geleni yapan, ancak kimsenin ne yediğine izinsiz olarak müdahale etmeyen, argümanları duygu sömürüsünden ziyade, eğitimli ve sistemli, politik ve ekonomik temellere kurulu olan, amacı insanları ve tercihlerini rencide etmekten ziyade, yeri geldiğinde ve kendisine sorulduğunda fikirlerini aktarabilen kişilerdir. Bu iki grubun özelliklerini daha farklı ve detaylı sıfatlarla da anlatmak mümkündür; fakat çok fazla detayına girmek istemiyoruz, sanıyoruz ki okurlarımız bu iki grup arasındaki farkı anlamıştır.

İşte bu ayrımı yaptıktan sonra, şu noktayı vurgulamakta önem görmekteyiz:

Evrim Ağacı olarak gerçek vejetaryenler dediğimiz grupla hiçbir derdimiz olamaz ve kesinlikle bu tercihlere saygılıyız; hatta sonuna kadar bu tercihlerinin destekleyicisiyiz. Ancak militan/radikal vegan olarak tanımladığımız grup, hayvan tüketimini doğal bir olgu olarak göstermemek adına hem Evrimsel Biyoloji alanındaki gerçekleri, hem de diğer alanlardaki bilimsel gerçekleri hiçe sayarak bazı argümanlar üretmektedir.

Bir grup vejetaryen, geliştirdikleri argümanlarda sadece bilimsel gerçekleri görmezden gelmekle kalmamakta, aynı zamanda gerçek dışı verileri üreterek internet aracılığıyla yayılmasını sağlamaktadırlar; bu amaçla kurulmuş sayısız büyük sosyal medya grubunda/sayfasında, bu tür davranışların birçok örneğini görmek mümkündür. Ne yazık ki bu kişiler vejetaryenliğin altını boşaltmakta, insanları içi dolu olmayan bir tercih yapmaya itmekte, öteki türlü son derece isabetli olabilecek bir kararı duygusal manipülasyon aracı haline getirmektedirler.

Bu kişiler ve gruplar, kendi savundukları fikre fayda sağlamaktan çok zarar verdiklerini düşünmekteyiz. Bu şekilde argümanlar ileri süren vejetaryen gruplara açık, net ve son derece popüler bir örnek vermek ve bu örnek üzerinden giderek, bu tür bir tutumun bilim açısından ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermek istiyoruz:


Radikal/Militan Vejetaryenler/Veganlar’ın Argümanlarına Cevaplar

Buraya tıklayarak izleyebileceğiniz bir videoda, militan/radikal bir vegan grubu bir dizi argüman ileri sürmektedir . Alkışlarla Yaşıyorum üzerinden, buraya tıklayarak  izleyebilirsiniz. Ola ki oradan kaldırılırsa, buradan altyazısız olarak, İngilizcesini izleyebilirsiniz.) . Paylaşan grubun adı olan “vegankolektif”, sayfaları incelendiğine bizim militan vegan tanımımıza tam olarak uyduğu kolaylıkla anlaşılabiliyor. Şimdi videoda dizilenen, entelektüel ve bilimsel açıdan son derece zayıf ve bir o kadar hatalı, tehlikeli olan argümanlara birlikte göz atalım. Bu argümanların gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu göstermeye çalışalım:

1) “Diş Yapımız Etçil Bir Tür Olmadığımızı Gösterir” Argümanı:

Diş yapımızı anlatırken açık şekilde kasıtlı olarak insanın ağız yapısını diğer otçulların ve etçillerin yanına koymamışlardır. Eğer daha dürüst bir yaklaşım sergileyerek tüm diş yapıları bir arada gösterilecek olursa, insanın iki ucun arasında bir diş yapısı olduğu görülür: köpek dişlerimiz avcılarınki gibi sivridir, molar dişlerimiz ise otçullarınkine benzer bir biçimde yassıdır.

Hatırlayalım: İnsan ne “etçil” (karnivor) bir türdür, ne “otçul” (herbivor) bir türdür; hepçil (omnivor) bir türdür! Bu gerçeğin haricindeki her iddia, gerçeklikten uzak olacaktır ve büyük olasılıkla salt bir şahsi tercihi yansıtıyor olacaktır; nesnel bir gerçeği değil. Gerçeği sizlere göstermemize izin veriniz. Lütfen aşağıdaki fotoğrafları tek tek inceleyin ve dişlerinizin hangisine daha fazla benzediğine siz karar verin:

Timsah ağızında kuş
Etçil olan bir timsah ve dişleri…

 

Kurt ağzını açan adam
Etçil bir hayvan olan kurt ve dişleri…

 

Köpekbalığı Kafası
Etçil bir hayvan olan köpekbalığı ve dişleri…

 

Boz ayı kafatası
Omnivor (hepçil) bir hayvan olan boz ayı ve dişleri…

 

Kirpi kafatası
Omnivor bir hayvan türü olan kirpi ve dişleri…

 

Ağzı açık şempanze
Omnivor bir hayvan olan şempanze ve dişleri…

 

İnsan Diş Kalıbı
Omnivor bir hayvan olan insan ve dişleri…

 

İnek Çenesi iskeleti
Otçul bir hayvan olan inek ve dişleri…

 

At Kafatası
Herbivor (otçul) bir hayvan olan at ve dişleri…

 

Tavşan Ağzı
Herbivor (otçul) bir hayvan olan tavşan ve dişleri…

 

Geyik Çenesi iskeleti
Otçul bir hayvan türü olan geyik ve dişleri…

 

Fotoğraflardan ve resimlerden görebileceğiniz gibi, insanın diş yapısı hepçillerle aynıdır. Etçiller gibi tekil olarak bütün sıra sivri dişleri bulunmaz (çünkü etçil değiliz). Otçullar gibi bütün sıra ezici ve çiğneyici dişlerimiz de bulunmaz (çünkü otçul da değiliz). Ayrıca otçulların ağız yapısına bakacak olursanız, insanınkine göre kat kat uzun çeneleri vardır ve bu çene üzerine bol miktarda ezici diş konuşlanmıştır. İnsanların çenesi, otları parçalayabilmek için oldukça kısa ve uyumsuzdur, en azından evrimsel süreçte bu nitelik büyük oranda yitirilmiştir.

Dişlerimizi inceleyelim:

Evrimsel süreçte, primatların en yakın akrabası kemirgenler olduğu için, en önde kemirgenlere benzer bir biçimde kemirici/koparıcı dişlerimiz, ön dişlerimizin iki yanında yeri geldiğinde eti parçalayabilmemiz için köpek dişlerimiz, arkada ise besinleri ezebilmemiz için ezici dişlerimiz bulunur. Diğer omnivorlarda da durum aynen bu şekildedir (ufak farklılıklar elbette türden türe olabilir). Bunun nedeni insanın hepçil bir hayvan türü olmasıdır.

2) “Çenemiz Uzun Değil, Dolayısıyla Etçil Olamayız” Argümanı:

Fotoğraflardan da görebileceğiniz gibi, çenenin uzunluğu ile etçillik arasında doğrudan bir ilişki bulunmaz. Atların ve geyiklerin çeneleri de uzundur; ancak etçil değildirler. Benzer şekilde çitaların ve baykuşların çeneleri yok denecek kadar kısadır; ancak etçildirler. Hem de bu canlılar, besin zincirinin en üst seviyesinde bulunan etçillerdendirler. Videodaki yaklaşım, tamamen bilim dışı ve geçersizdir. Şimdi konuyu daha da fazla fotoğrafla örneklendirelim. Lütfen aşağıdaki fotoğrafları inceleyerek çene uzunluğu ile diyet arasındaki ilişkiyi tespit etmeye çalışınız:

Çita yüzü
Üst düzey etçil olmasına rağmen çenesi kısacık olan çita…

 

Baykuş
Yine üst düzey bir etçil olmasına rağmen çenesi olmayan bir baykuş.

 

siyah benekli mavi zehirli kurbağa
Etçil bir tür olmasına rağmen çenesi öyle uzun olmayan bir kurbağa…

 

kahverengi at
Otçul bir tür olmasına rağmen devasa bir çeneye sahip olan bir at…

 

Zürafa
Otçul olmasına rağmen oldukça uzun bir çeneye sahip olan zürafa…

Açıkça görebileceğiniz gibi, etçillerin de otçulların da çeneleri beslenme biçimlerine göre uzun veya kısa olabilir. Uzun çeneli etçillerin avlarına verdikleri hasar kat kat güçlü olurken, uzun çeneli otçullar otları çok daha güçlü ve etkili bir biçimde ezebilir. Etçillerin uzun çeneleri kesici dişlerle, otçulların uzun çeneleri ezici dişlerle donanmıştır. Çene yapısının beslenme biçimiyle doğrudan ilişkilendirilmesi mümkün değildir.

Videoda şempanze ve orangutanların da “otçul” olduklarının iddia edildiğine dikkat ediniz. Bu tamamen yanlıştır (buraya ve buraya tıklayarak görebilirsiniz). Yine aynı sonuca varıyoruz: en yakın kuzenlerimiz gibi, bizler de etçil ya da otçul değiliz, hepçiliz.

3) “Gece Görüşü ve Pençeler Gibi Avlanma Adaptasyonumuz Olmadığına Göre Etçil Olamayız” Argümanı:

Her avcının bu şekilde adaptasyonları yoktur. Göz ardı edilenin aksine, insan türünde zaten avlanmaya yönelik olarak evrimleşen bir adaptasyon vardır: ortalama 1.5 kilogramlık bu kütle, her birimizin kafatasının içerisinde bulunmaktadır. Bu konuya son çürütme maddesinde tekrar geleceğiz. İnsan, bazı kabileleri hariç neredeyse hiçbir zaman av peşinde koşan bir avcı olmamıştır. İnsan, zekası sayesinde tuzak kuran ve kolay yoldan avlanmayı öğrenen, silahlar üretebilen bir avcı olmuştur.

Bu sebeple evrimsel süreçte hiçbir dönemde başka bir avlanmaya yönelik adaptasyona ihtiyacımız olmamış, bu yönde bir seçilim baskısı oluşmamıştır. Üstelik videoda verilen örnek son derece taraflı ve art niyetlidir: insan gibi diurnal (gündüz yaşayan) bir hayvan türünü, nokturnal (gece yaşayan) avcılarla kıyaslamak hiçbir bilimsel yaklaşıma uygun değildir. Her avcı gece avlanmaz; dolayısıyla gece avlanan avcıların adaptasyonlarını gündüz avlanan avcılarda aramak kabul edilebilir değildir.

4) “Bağırsaklarımızın Yapısından Ötürü Etçil Olamayız” Argümanı:

Bağırsaklarımızın uzun olmasının nedeni otçul atalarımızdır. Anlaşılması gereken en önemli nokta şudur: etçil bir doğamız olduğunu iddia edilmemektedir. Ancak sırf bir grup insan türümüzün öyle olmasını istiyor diye, Homo sapiens’in otçul olduğunu iddia etmek de tamamen hatalıdır. Otçul olmamız için selülozu sindirebilecek adaptasyonlarımız olmalı (çok gözlü mide gibi, gelişmiş ve işlevsel bir apandiks gibi). İnsanda ne ruminan (geviş getiren) bir yapı vardır, ne de apandiks selülozu sindirebilecek yapıdadır. Tam tersine, türümüzün apandiksi diğer otçul ağırlıklı kuzenlerimize kıyasla yok denecek kadar körelmiştir ve neredeyse hiçbir işlevi bulunmamaktadır . Bunun sebebi, otçul diyetten büyük oranda uzaklaşmış olmamızdır.

5) “Midemizde Gerekli Bakteriler Olmadığına Göre Etçil Olamayız” Argümanı:

İddianın tam tersine, midemizde et içerisindeki bakterileri öldürecek birçok enzim ve bakteri zaten bulunmaktadır. Et sindirimine katkı sağlayan hiç bakterinin bulunmadığı veya bunu sağlayacak adaptasyonların olmadığı iddiası tamamen yanlıştır. Örneğin Bacteroides cinsi bağırsak bakterilerimiz hayvansal proteinleri sindirmemizde görev almaktadır. Ayrıca ikincil adaptasyonlar olarak midemizin asidik yapısı, yiyeceklerle gelen bakterileri ve virüsleri işlevsiz hale getirmeyi hedefler (elbette sadece et tüketimine yönelik bir adaptasyon değildir; ancak işe yaramaktadır).

İlginizi çekebilir: Mikrobiyota Nedir? Faydaları ve Bilimsel Yönü

Üstelik bağırsak enterotiplerimiz beslenme türümüzün ağırlığına göre adapte olabilmektedir (hepçil bir türde görmeyi beklediğimiz gibi). Hayvansal proteinleri ve yağları fazla tüketmeniz halinde, bunları sindirmek için Bacteroides enterotipi artarken, karbonhidrat ve bitkisel proteinlerin tüketimi artınca Prevotelle enterotipi artar. Burada yine aynı gerçeğe ulaşırız: apandiksimiz giderek körelirken ve midelerimiz spesifik olarak belirlenebilen otçul midelerine hiç benzemiyorken otçul olduğumuzu iddia etmek hiç gerçekçi değildir ve daha önemlisi bilimsel bir hatadır.

6) “Çürük Et Kokusunu Sevmediğimize Göre Etçil Olamayız” Argümanı:

Tüm etçiller leş yemezler ve tüm hayvanlar öldükleri anda leş kokmaya başlamazlar. Uzun süredir ölü olan bir hayvanın kokmasının nedeni ette üremeye başlayan organizmalar ve onların atıklarıdır. Pek nadir sayıda hayvan leşle beslenir; hatta büyük kedilerden bazılarının hayvan leşlerini yemekten uzak durduğu bilinmektedir. Bunlar, bu leşleri yemiyor diye etçil değil midir? Elbette etçillerdir. İnsan da bu etleri yemiyor diye otçul değildir. İnsan, hepçil bir türdür.

7) “Vejetaryenler Sporda Madalyalar Aldığına Göre Etçil Olamayız” Argümanı:

Gelin bu argümanda sadece kelimeleri değiştirerek ne elde ettiğimize bakalım: “Siyahi insanlar sporda madalya alabildiğine göre insanlar beyaz olamaz.”  Bunu videoda argümanın savunulması için ileri sürülenlere benzeterek biraz değiştirelim: “Çoğunlukla zenciler koşu dalında madalya alsalar da, beyazlar da bugüne kadar tam 15 madalya almıştır! O zaman insanlar zenci değildir!” Kahahuluların (böyle bir grubun varlığına dair herhangi bir bilgi bulamadık; ancak iyi niyetle, doğru söylendiğini varsayıyoruz) madalya alması, onların sağlıklı oldukları veya etten alacaklarını ilaçlarla takviye etmedikleri anlamına gelmez.

İnsan, hayvansal ve bitkisel ürünleri dengeli olarak tüketmesi gereken, sıradan bir omnivordur. Elbette ilaçlarla veya planlı beslenmeyle eksikler kapatılarak et yenmeyebilir. Ancak aynı şekilde, ilaçlarla eksikleri kapatılarak ot da yenmeyebilir. Eğer ki illa sayılarla kendinizi ikna etmek istiyorsanız, bir de hepçil beslenerek madalya alan sporcuları saymayı deneyiniz. Sonrasında ikisi oranlandığında söz konusu başarı grafikleri ortaya çıkar. Böylece daha sağlıklı bir bilimsel araştırma yürütülmüş olur, bu şekilde çarpıtılmış ve manipülatif argümanlarla bilim yapılamaz.

8) “Et Yememiz Kültürel Evrimin Ürünüdür, Biyolojik Evrimin Değil” Argümanı:

Dikkat edecek olursanız videoda et yeme evriminden çok kısa bahsedilmiş, özenle ve kasıtlı olarak uzak durulmuştur. Hoşa giden gerçeklerin kabullenilip, diğerlerinin reddedilmesi fanatik eğilimleri olan birey ve grupların tipik niteliklerinden birisidir. Ancak itirazlarının yine tam aksine, kültürümüzden önce biyolojimiz et yiyecek şekilde evrimleşmiştir; daha doğrusu et yememiz evrimimize şekil vermiştir. Sonrasında ise kültürel evrimimiz et tüketimimizi arttırmış olabilir, bu doğrudur (ve apayrı bir tartışma konusudur). Ne var ki bunun temelinde biyolojik bir evrim olmadığı iddia edilemez.

9) “Hiç Et Yememeliyiz, Et Yemek Çok Zararlıdır” Argümanı:

Yapılan araştırmaların büyük bir çoğunluğu, hepçil diyetin diğer iki diyetten daha sağlıklı ve besleyici olduğunu doğrulamaktadır. Tek tip bir diyeti mümkün kılmanın en kolay yolu, haplar kullanarak diyete sentetik bir biçimde takviye yapmaktır. Kimi zaman insanlar bazı diğer yöntemleri kullanarak doğal telafi yöntemleri geliştirmektedirler; ancak bunlar son derece kısıtlıdır ve masraflıdır; pek az insan bunlara erişebilir.

Fakat burada anlaşılması gereken bir nokta bulunmaktadır: eğer ki diyetiniz takviyelere kaldıysa ve çare olarak yapay yollara başvuruyorsanız, zaten çizgiyi geçmişsiniz demektir. Bu durumda zavallı bitkileri de öldürmeden, tamamen haplara bağlı olarak bir yaşam sürdürmeyi denemeniz daha tutarlı ve akılcı bir yol olacaktır. Zira insan, düzgün seçtiği bir hap kombinasyonuyla hiç yemek yemeden de yaşayabilir, gerekli besin maddelerini alıyorsa (buna yönelik ilginç videolar bulmak mümkün internette; desteklemediğimiz için reklamını da yapmayacağız).

Amaç doğallaşmak mı, yapaylaşmak mı, buna iyi karar vermek lazım. “Hiç et yememeliyiz” gibi net bir ifade, çok ciddi bir hatadır ve insanları yanlış yönlendirmektedir. Hayvansal besinler de, bitkisel besinler gibi tüketilmelidir. Biyolojik ve kültürel evrim açısından diğer türlerden daha geniş bir algı ve bilişsel tercih kapasitesine sahip türümüz, hepçillik skalasının farklı noktalarında yer almayı tercih edebilir. Buradaki kritik sözcük önemle ve tekrar tekrar vurgulanmalıdır: tercih. Bireylerin tercihleri, türümüzün hepçil olduğu gerçeğini değiştirmez.

10) “İnsan Yavruları Bir Tavşanı Avlamadığına Göre Etçil Olamayız” Argümanı:

Açık konuşmak gerekirse, bu argümanı şaşkınlık ve hayretle izledik; her seferinde ağzımızı açık bırakan ve bizi insanlığın bulunduğu algı düzeyiyle ilgili olarak düşüncelere iten bir argüman. Tüm saygımızla birlikte, bu şaşkınlığımızı gizleyemediğimizi belirtmek isteriz. Böyle bir test yöntemi modern çağımızda bir argümanı desteklemek için ileri sürmek ve videoyla yayılmasına göz yummak gerçekten hayranlık uyandırıcıdır.

Açıklayalım: İnsan bebekleri asla avlanacak şekilde evrimleşmemişlerdir; her zaman ebeveynleri tarafından beslenmişlerdir. Bu sebeple bir bebeğin tavşanı yememesi veya avlamaması kadar doğal bir şey olamaz. Etçil olduğu tartışmasız olan bir kaplan yavrusu dahi, bir tavşan önüne konulduğunda onunla yemeden oynayabilir. Üstelik bebeklerin eğilimlerinin, insanın doğasını anlamak için yeterli olduğunu sanmak başlı başına bir hatadır. Bu şekilde bir argüman üretmek, bebeklerin bir kendilerini öldürecek kadar sıcak olan sobalara dokunabiliyor veya sarılabiliyor olması, insan türünün hayatta kalmak için evrimleşmemiş bir tür olduğunu iddia etmeye benzer. Açıkça, bunun doğru olmadığını biliyoruz.

Bu sözde testin, Evrim Ağacı olarak bizim iyi niyetimizin bile sınırlarını zorluyor olma nedeni tam olarak budur: Benzer şekilde, bir kaplan veya çita yavrusunun da önüne canlı tavşan koyacak olursanız onu yemeyecektir. Nedeni elbette ki etçil olmaması değildir; avlanmayı henüz bilmemesidir! Yırtıcı kediler de gelişimlerinin ilerleyen safhalarında avlanmayı ebeveynlerinden öğrenirler, dolayısıyla bundan önce yaptıkları davranışlar ile beslenme tiplerini belirleyemezsiniz.

Üstelik bir nokta daha: bazen yetişkin yırtıcılar bile normalde avları olan hayvanları yememektedir, zaman zaman videolarına rastlarsınız . Bu durumda bu canlılar etçil değil midir? Yanıtını size bırakıyoruz.

Aşağıdaki fotoğrafları inceleyerek benzer şekilde geliştirebileceğimiz, benzer şekilde bilim karşıtı olacak olan argümanları düşünelim. Sizce aşağıdaki fotoğraflar etçil olduğumuzu mu göstermektedir?

Tavuk yiyen sarışın bebek

Tavuk budu yiyen esmer çocuk

Veya şu aşağıdaki iki fotoğrafı göstererek otçul olmadığımızı, çünkü bebeklerin yüzlerini buruşturup bu yiyecekleri terslediklerini mi ileri sürmeli?

yeşil bezeyle yemekten hoşlanmayan erkek çocuğu

 

brokoli ve havuç yemeği sevmeyen siyahı kız çocuğu

 

Elbette bunların hiçbiri bilimin sınırlarında değildir; bireylerin şahsi fikirlerinden doğan art niyetli argümanlardır. Bilim, kontrolsüz ve önyargılı deneyler ile ilerlemez. İşte bu sebeple söz konusu videonun bilimsel sınırlar dahilinde iyi niyetli kabul edilmesi mümkün değildir. Bu konuların içerisinde olan insanların, bilimsel gerçeklerden bu kadar uzak olduğunu ve bunların samimi hatalar olduğunu düşünmek naiflik olacaktır. Ne yazık ki günümüzde bilime karşı tehditlerin nereden geleceğini öngörmenin bir yolu bulunmamaktadır. Çok basit bir konuda bile bilgisizlik ve bir miktar art niyet, çok hızlı bir şekilde bilim düşmanlığını doğurabilmektedir.


Suçu İşlenmiş Etlerde Arayın; “Et”in Kendisinde Değil:

Et Yeme İle İlgili 8 Temel Mit

Ne yazık ki halk arasında et tüketimiyle ilgili yanlış anlaşılmalar sadece radikal veganların yukarıdaki videoda sundukları argümanlardan ibaret değildir. Bu kişi ve grupların yaptığı en tehlikeli hata, bilimsel gerçeklerin çarpıtılması yoluyla halkı yanlış bilgilendirmektir Bu tür çabalar sonucu, insanaların akıllarında “Acaba insanlar hakikaten et tüketemeyecek yapıda mı?” ya da “Et yediğim için daha mı çabuk öleceğim?” gibi hatalı algılar oluşmaktadır.

Bu tür bilim dışı ve yersiz kaygıları önlemek adına, et yeme ile ilgili halk arasındaki bazı temel yanlışları ele almak istedik. İnanıyoruz ki bir insanın vejetaryenliği tercih etmesi, bilimin çarpıtılmasıyla yaratılan yalan yanlış algılara değil, aydın ve protestocu bir hayat görüşünden kaynaklı, entellektüel bir birikime dayalı olmalıdır. Gerçek veganlar, insanların etten uzak kalmayı başarabileceklerini bilimi çarpıtarak değil, gerçekleri kabul ederek ancak etik ve siyasi nedenlerle gösterirler. Doğru olan ve Evrim Ağacı olarak desteklediğimiz de budur.

Şimdi et yeme ile ilgili 8 temel yanlışı görelim. Dileyenler, kaynaklarımızda verdiğimiz makalelere giderek detaylarını öğrenebilirler.

1. Et kalın bağırsağınızda çürür – Miti

Bazı kişiler etin düzgün sindirilemediğini ve bağırsağınızda çürüdüğünü iddia eder. Bunun hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur ve radikal veganların sıklıkla başvurdukları, daha kelimelerin dizilişi bakımından kulağa “öcü” gibi gelen argümanlardan birisidir.

Et yediğimizde olan, etin mide asitleri ve sindirim enzimleriyle parçalanmasıdır. İnce bağırsakta proteinler amino asitlere ve yağlar yağ asitlerine dönüştürülür. Sonra bağırsak duvarları boyunca emilir ve kana karışırlar. Kalın bağırsağınızda ‘çürüyecek’ hiçbir şey kalmaz. İşin garip ve ironik tarafı, bağırsaklarımızda gerçekten “çürüyen” besinler vardır: sindirim kanalı boyunca sindirilemeyen besinler sebzelerden, meyvelerden, tahıl ve baklagillerden alınan liflerdir. Örneğin yapılan araştırmalarda bağırsaklarda sindirilemeden kalarak tıkanmalara neden olan yiyecek artıklarının içerisinde başlıca zeytin, marul, brokoli kökleri, bitki tanecikleri ve tohumlar olduğu bulunmuştur. Neredeyse hiçbir zaman etin içeriği bağırsaklarınızda tıkanmaya yol açmaz veya sindirilmeden çürümez.

İnsanların sindirim sistemi, lifleri parçalayacak enzimlere sahip olmadığından lifler kalın bağırsak boyunca ilerler. Bağırsakta iyi huylu bakteriler tarafından fermante edilir (çürür) ve kısa zincirli yağ asitleri (butirat) gibi yararlı bileşimlere ve besin yapı taşlarına dönüştürülürler.

İyi huylu bakterileri canlı tutan budur ve pekçok araştırma göstermiştir ki bu bakterileri beslemek sağlık için son derece önemlidir. Yani, et bağırsağınızda çürümez. Tam tersine bitkiler çürür ama bu iyi bir şeydir. İnsanların “çürüme” sözcüğüne karşı duyarlılıkları bu kelimeyi kötü, yararsız adletmelerine neden olur ancak çürüme her zaman kötü bir sürece işaret etmez. Bu kelimeyi bu şekilde manipüle etmek ise kötü niyete işaret edebilir.

Bu yazımız ilginizi çekebilir: Prebiotik Nedir ve Önemi? Bakterilerimizi Beslememiz Gerekiyor.

Gerçekten de kimi zaman etlerin bazı sindirilemeyen içerikleri olabilir; ancak bunun sebebi o sindirilemeyen kısımların etlere yapay olarak eklenmiş olmasıdır. Bazı koruyucu kimyasallar ve etlere dahil edilen doğal olmayan bileşenler vücudumuz tarafından sindirilemeyebilir. Etin sindirilememesinin bir diğer olası nedeni de sindirim kanalıyla ilgili bir hastalığınız olmasıdır. Dolayısıyla, eğer ki vücudunuz düzgün bir şekilde çalışıyorsa ve sağlıksız biçimde üretilen etleri alıp tüketmiyorsanız, sindirim kanalınızda parçalanamayan bir et bileşeni olmayacaktır.

Sindirim Sistemi Organlarını gösteren görsel
Sindirim Sistemi Organları

2. Et yüksek miktarda zararlı doymuş yağ ve kolesterol içerir – Miti

Et karşıtı ana söylemlerden biri, yüksek miktarda doymuş yağ ve kolesterol içeriyor olduğudur. Burada önemli olan, kolesterolden kastın ne olduğu ve ne kadar bir miktardan söz edildiğidir. Zira modern bilimin araştırmaları, kolesterolün halk arasındaki yaygın inancın aksine diyetimizin olmazsa olmaz bir parçası olduğunu göstermektedir. Korkulacak bir şey gibi görülüyor olsa da, kolesterol aslında vücutta hayati önem taşıyan bir moleküldür.

Vücudunuzdaki her bir hücrenin hücre zarında bulunur ve hormon üretmekte kullanılır. Kolesterol eksikliğinde birçok hormonal dengesizliğe kapı aralanmış olmaktadır. Karaciğer, her zaman yeterli miktarda bulunmasını sağlamak için yüksek miktarlarda kolesterol üretir. Besinlerden çok fazla kolesterol aldığımızda, karaciğer daha az üretim yapar, ve toplam miktar çok fazla değişmez. Dolayısıyla zaten evrimsel süreçte vücudumuz kolesterol miktarını dengeleyecek bir sistem geliştirmiştir. Tabii ki abartılı miktarda kolesterol tüketimi, tıpkı herhangi bir diğer besinin abartılı tüketiminde olduğu gibi zarar verebilir. Ancak burada sözünü ettiğimiz abartılı diyetler değil, sağlıklı ve dengeli diyetlerdir.

Bu yazımız ilginizi çekebilir: Ketonlar ve Kolesterolün Faydaları

Aslında insanların %70’inde yediklerinden gelen kolesterolün kandaki kolesterol miktarına kayda değer bir etkisi yoktur. Kalan %30 nedeniyle LDL kolesterolde (Kötü Kolesterol) hafif yükselme olur, ancak yükselme HDL’de (koruyucu kolesterol) de görülür. Aynı durum doymuş yağlar için de geçerlidir. HDL kolesterolu (iyi kolesterol) artırırlar. Ancak doymuş yağ ya da kolesterol LDL’de hafif yükselmelere sebep olsa bile, bu bir sorun değildir çünkü LDL parçacıklarını küçük, yoğun LDL’den (çok zararlıdır), büyük LDL’ye dönüştürürler ve bu koruyucudur. Çalışmalar gösteriyor ki çoğunlukla büyük LDL parçacığı taşıyan insanlar çok daha düşük kalp krizi riskine sahip oluyor. Bundan dolayı, yüz binlerce insanın katıldığı çalışmalarda, kolesterol ve doymuş yağın artan kalp krizi riskiyle ilişkili bulunmaması şaşırtıcı değil.

Doymuş yağın bir başka yaygın ölüm ve maluliyet sebebi olan felç riskini düşürdüğünü gösteren bazı çalışmalar da bulunmaktadır. Bunu insanlar üzerinde test ettiklerinde, insanların doymuş yağ alımını kesmesi ve ‘kalp dostu’ bitkisel yağlar (kolesterolü düşürmesi beklenen) alması sağlanmış ve ölüm riskinin arttığı görülmüş. Ancak tabii ki doymuş yağı çılgınca desteklemek için bu sonuçlar henüz yeterli değil. Sadece o kadar korkacağınız, hayatınızı karartacak besin maddeleri olmadığını söylemekte fayda var. Etin doymuş yağ ve kolesterol açısından yüksek olduğu doğrudur, ancak bunun, tek başına değerlendirilmesi doğru değildir. Konu, yukarıda ele alındığı gibi daha kapsamlı düşünülmelidir.

 3. Et, kalp rahatsızlıkları ve Tip-2 Şeker Hastalığına sebep olur – Miti

Tuhaf ama, et kalp rahatsızlıkları ve Tip-2 şeker hastalığı gibi Batı hastalıklarının sıkça sorumlusu olarak gösterilir. Kalp hastalığı 20. yüzyıl başlarına kadar ve Tip-2 şeker hastalığı 10-20 yıl öncesine kadar bir sorun oluşturmuyordu. Bu hastalıklar yeni… Ama et, en az 2-4 milyon yıl geriye gidecek kadar eski bir besin. İnsanlar ve insan öncesi canlılar, hatta etçiller haricinde kalan, insan gibi hepçil olan diğer hayvanlar yüz milyonlarca yıldır et yiyor. Eski bir yiyeceği yeni hastalıkların sorumlusu olarak görmek hatalıdır. Eğer ki bir sorumlu aranıyorsa, yaşam biçimlerimizin değişimi veya et üretimiyle ilgili uygulanan yapay yöntemlere odaklanılmalıdır.

Şanslıyız ki, elimizde kafamızı rahatlatacak iki geniş kapsamlı araştırma var. 2010’da yapılmış oldukça geniş kapsamlı bir çalışmada, araştırmacılar toplamda 1.218.380 bireyden oluşan 20 çalışmanın sonuçlarına dair verileri topladı. İşlenmemiş kırmızı et tüketimi ile kalp hastalıkları ya da şeker hastalığı arasında bir bağlantı bulamadılar. Dolayısıyla hayatımızı tehdit eden hastalıkların sorumlusu et değil. Bu kadar da değil:

Avrupa’da 448.568 bireyi içeren başka bir büyük araştırma da işlenmemiş kırmızı et ve bu hastalıklar arasında bir bağlantı bulamadı. Bunun yanında her iki çalışma da işlenmiş et yiyen insanlarda riskin oldukça yükseldiğini buldu. Bu nedenle, farklı et türleri arasında ayrım yapmak önemlidir. Birçok çalışma açıkça gösteriyor ki, ‘kırmızı et zararlıdır‘ ifadesi işlenmiş ve işlenmemiş et arasındaki ayırımı yeterince ifade etmiyor. Dolayısıyla bir sonraki sefer televizyonda kırmızı eti ya da genel olarak etleri lanetleyenler görürseniz, bilin ki söz-iddia ettikleri şeyler, fast-food zincirlerinde tükettiğiniz işlenmiş etlerin zararları üzerine yapılan araştırmalara dayanıyor. Eğer ki tüm etlere genelleme yapılıyorsa, yine bilin ki ortada art niyetli bir durum dönüyor.

Tabii ki bildiklerimiz yeni araştırmalarla değişebilir; ancak bu sadece tek bir araştırma ile yargılanabilecek bir konu değildir. Dolayısıyla eğer ki et tüketimiyle ilgili yeni bir araştırma söz konusuysa, her neyi savunuyor olursa olsun, başka araştırma kurumları tarafından da doğrulanmadan hemen gerçek olarak kabul edilmemelidir. Burada ele aldığımız veriler, çok uzun yıllardır test edilen araştırmalara dayanmaktadır. Bu sebeple, bugüne kadar geliştirilen et eleştirilerinin neredeyse tamamının fast-food ürünlerindeki sağlıksız etlerle ilgili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fast-food zincirleri ekonomik olması nedeniyle neredeyse her zaman işlenmiş etleri tercih ediyorlar ve bu yüzden bu mitlerin doğmasına neden olacak sonuçlara kapı açıyorlar.

İşlenmiş yiyeceklerin tamamı can sıkıcı aslında… Bunlar gerçek et değil. Tükettiğiniz etin içeriğine, nasıl üretildiğine, doğallığına, vb. özelliklerine dikkat etmeniz gerekiyor.

hungary-man, pepsi, pizza, cips, patates, junk food
İşlenmiş yiyecekler…

 4. Kırmızı et kansere sebep olur – Miti

Yaygın bir inanışa göre et, özellikle de kırmızı et kansere sebep olur. Bu kısım işlerin biraz karmaşıklaştığı kısım.

İşlenmiş etin kanser, özellikle bağırsak kanseri riskini yükselttiği doğrudur. Birçok olumsuz durumun başında yapay yollarla üretilen, yapay biçimde beslenen hayvanların kesimiyle elde edilen, sonrasında sayısız işlemden geçirilen işlenmiş et geliyor. Ama işlenmemiş kırmızı etten bahsediyorsak, bu konuda kesin bir yargıya varabileceğimiz herhangi bir veri bulunmuyor. Birkaç araştırma işlenmemiş etin de kanser riskini artırdığını öne sürse de, farklı çalışmalara ait verileri toplayan inceleme çalışmaları başka bir tablo çiziyor.

Bu yazımız ilginizi çekebilir: Dünya Sağlık Örgütü Raporuna Göre İşlenmiş Kırmızı Et Ürünleri Kalın Bağırsak Kanseri Riskini Belirgin Olarak Arttırmakta

Biri 35 farklı çalışmanın, biri 25  farklı çalışmanın verilerini inceleyen, iki inceleme çalışması; işlenmemiş etin kansere etkisinin erkeklerde çok zayıf olduğunu, kadınlarda ise hiç olmadığını buldu. Öte yandan görünüşe göre etin nasıl pişirildiğine göre sağlık üzerindeki etkisi değişebiliyor. Farklı çalışmalar gösteriyor ki, et aşırı pişirildiğinde deney hayvanlarında kansere sebep olduğu tespit edilmiş olan Heterosiklik Aminler ve Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar gibi bileşikler oluşturabilir. Et kansere neden oluyorsa, bunun sorumlusu et tüketiminin kendisi değil, onun nasıl pişirildiği olabilir.

Unutmayınız: türümüz evrimsel süreçte neredeyse hiçbir zaman çiğ olarak et yiyebilecek şekilde bir evrim geçirmedi. Ateşin hükmüyle et ağırlıklı diyete geçiş evrim tarihimizde üst üste çakışıyor. Dolayısıyla sadece eti tüketebilmemiz değil, nasıl pişirerek tükettiğimiz de çok önemli.

Bunu engellemenin ağır pişirmek, yanmış islenmiş parçaları atmak gibi yolları var. Öyleyse cevap kırmızı et yemekten değil, eti yakmaktan kaçınmak olabilir. Unutmamak gerekir ki aşırı pişirmek birçok başka yiyecekte de zararlı bileşiklerin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu, ete özgü bir şey değildir.

5. İnsanlar doğuştan otoburdur ve et tüketecek şekilde ‘yaratılmamışlardır’ – Miti

İnsanların primat atalarımız gibi doğuştan otobur oldukları söylenir. Ancak bu tamamıyla yanlıştır. İnsanlar ve insan öncesi atalarımız çok uzun süredir et yiyor ve vücutlarımız et tüketimine gayet uyum sağlamış durumda. Sindirim sistemimiz otoburlarınkilerle hiç benzerlik göstermiyor. Kısa kalın bağırsağa, uzun ve dar ince bağırsağa ve midemizde hayvan proteinini parçalayabilmeyi sağlayan bol miktarda hidroklorik aside sahibiz.

Sindirim sistemimizdeki farklı organların uzunluğu etoburlarla otoburlar arası bir yerde, yani hem etobur hem otobur olarak ‘tasarlanmışlardır’. Bunu bu şekilde vurgulamamızın sebebi, birçok radikal vejetaryenin aynı zamanda evrime karşı insanlar olmaları. Açık konuşmak gerekirse, bu kişilerin şahsi inançlarından ötürü evrim karşıtı olduklarını düşünmüyoruz. Bize kalırsa bunun nedeni, evrimsel biyolojinin kendi savunularına ters verileri barındırıyor olması. Yani eğer ki evrimsel biyoloji insanların otçul olduğunu gösteriyor olsaydı, muhtemelen bu kişi ve gruplar çok güçlü birer evrimsel biyoloji savunucusu olacaklardı.

Fakat bilim, isteklerimize ve duygularımıza göre işlemez, bize gerçekleri verir. Modern bilim sayesinde biliyoruz ki, hayvansal besinler tüketmek bizi diğer bütün hayvanlardan ayıran büyük beyinlerimizin evrimine katkı büyük katkılar sağladı. Bizi biz yapacak evrimsel sürecin en az 5 ana bileşeninden biri haline geldi. Muhtemelen bu bileşen olmasaydı, şu anda biz bunları yazamıyor olacaktık, siz de okuyamıyor olacaktınız.

İnsan Vücudu En Etkin Olarak Hayvanları ve Bitkileri Yiyerek Çalışır.

Özetle: İnsan vücudu ette bulunan besinlerin tamamını kullanacak şekilde donatılmıştır. Sindirim sistemimiz ana kalori kaynağı olarak hayvansal gıdaların kullanılacağı hem etobur hem otobur yaşamaya genetik olarak uyum sağlandığını gösteriyor. İnsan vücudu en etkin olarak hayvanları ve bitkileri yiyerek çalışır.

Kızarmış çips, biftek et ve salata menü
Omnivor insan diyeti

6. Et kemikler için kötüdür – Miti

Birçok insan proteinin kemikler için kötü olduğuna ve kemik erimesine yol açabileceğine inanıyor. Hipotezleri şöyle: Protein yiyoruz, vücudumuzdaki asit yükü artıyor, vücut kemiklerdeki kalsiyumu çekerek asiti nötrlemek için kana karıştırıyor.

Bu hipotezi destekleyen bazı kısa dönem çalışmalar var. Vücutta protein artışı kalsiyum eksikliğinin de artmasına yol açıyor. Fakat bu etki kalıcı olmuyor, zira uzun dönem çalışmalar gösteriyor ki aslında proteinin kemikler üzerinde fayda etkisi var. Çünkü biyolojik yapılar son derece “esnek” özelliklere sahip, her özelliğimiz net bir şekilde tanımlanmış, değişemez nitelikte değiller. Bazı kimyasalların tüketimi, vücutta kısa dönem, orta dönem ve uzun dönemde birbirinden tamamen farklı etkiler yaratabiliyor. Bazı özellikler kısa dönemde faydalıyken, uzun dönemde ölümcül olabiliyor. Bazıları sadece orta vadede işe yarar sonuçlar verebiliyor. Dolayısıyla bu konuya farklı zaman dilimlerindeki yaklaşımları çok iyi bilmek ve buna göre analiz etmek gerekiyor.

Yüksek protein içeren beslenme şeklinin gelişmiş kemik yoğunluğuyla ve yaşlılıkta düşük kemik erimesi ve kırılma riski ile bağlantılı olduğunu gösteren kuvvetli kanıtlar bulunuyor. Bu, konu beslenme olunca körü körüne halk inanışlarına bağlı kalmanın tamamen tersi sonuca çıkarabileceğinin harika bir örneği.

Kısaca protein, kısa vadede kalsiyum kaybına sebep olsa da uzun vadeli çalışmalarda yüksek protein alımının yüksek kemik yoğunluğuyla ve düşük kemik erimesi ve kırılma riski ile ilintili olduğu kanıtlanmıştır.

7. Et gereksizdir – Miti

Zaman zaman etin sağlık için gereksiz olduğu iddia edilir. Bu kısmen doğrudur. Etteki besin maddelerinin çoğu diğer hayvansal gıdalarda bulunur.

Ama sadece etsiz hayatta kalabiliyor olmamız, öyle yapmamız gerektiği anlamına gelmez. Sıklıkla söylediğimiz ve vurguladığımız gibi bu bir tercihtir ve kimse tarafından bir diğerine dikte edilemez. İyi bir ette bize faydalı birçok besin maddesi bulunur. Bunlar et yemeyen insanların çoğunlukla temin edemediği protein, B12 vitamini, kreatin, karnosin, yağda çözünen birçok önemli vitaminlerdir.

Ancak yanlış anlaşılmasın: bunlar başka yöntemlerle (yapay, zorlu veya sentetik) alınabilir. Ancak eğer ki yapay yöntemlere başvurmak bireye doğru geliyorsa, daha önce de belirttiğimiz gibi her türlü besin maddesi yapay olarak üretilip alınabilir. Dolayısıyla belli bir besin türü olmaksızın yaşamak, her türlü besin türüne genellenebilir. Bitki içeriği yemeden de yaşanabilir; zira modern çağda her türlü eksikliği tamamlayacak sentetik ürünler vardır. Ayrıca dolaylı, zorlu yöntemlerle bu eksiklikler giderilebilir.

Et gibi gıdalar tanışık olduğumuz standart mineral ve vitaminlerden çok daha fazlasını içerir, içlerinde kimini bilimin henüz tanımlamadığı kelimenin tam anlamıyla binlerce besin maddesi kalıntısı mevcuttur. Gerçek şu ki, insanlar et de yemek üzere evrimleşti ve evrim vücutlarımızı bu besin maddelerini düşünerek tasarladı. Bu besin maddeleri son derece karmaşık biyolojik yapbozun önemli bir parçasını oluşturuyor.

Etsiz yaşayabilir miyiz?

Tabii ki. Ama etin sağladığı yararlı besin maddelerinin tamamını kullanamayacağımızdan en iyi sağlık düzeyine ulaşamayız. Etsiz hayatta kalabilsek de aynı şey sebze, meyve, baklagil, balık, yumurta gibi pek çok başka besin grubuna da söylenebilir. Bunun yerine başka bir şeyden daha fazla yeriz.

İyi, işlenmemiş et insanlar için neredeyse mükemmel yemektir. İhtiyacımız olan besin maddelerinin çoğunu taşır. Hatta iki kişinin bir sene boyunca et ve sakatat dışında bir şey yemediği ve mükemmel sağlık düzeyinde kaldıkları bir çalışma mevcut. Ancak radikal veganların yapmaya meyilli olduğunun aksine, tekil çalışmaları ileri sürerek bir şeyleri ispatlamaya çalışmayacağız. Burada amaç gerçekleri göstermek, bir şeyleri ispatlamak değil.

Tabii ki bütün etler aynı değil. En iyi et otlaklarda beslenen, doğal yaşamda beslense yiyecek olduğu şeyleri yiyen hayvanlardan gelir. Düzgün yetişmiş, iyi beslenmiş hayvanlardan gelen işlenmemiş et (otlaktan beslenen hayvan bifteği gibi), herhangi bir bitkisel ürüne veya işlenmiş etlere kıyasla çok daha zengin besin maddeleri içeriyor.

Sonuç olarak etsiz de hayatta kalabiliyor olduğumuz doğru olsa da, ette ideal sağlık için önemli birçok besin maddesi bulunuyor. Bir diğer deyişle, etsiz yaşayabiliyor olmak, etsiz yaşamamız gerektiği anlamına gelmez ve getirilemez. Bu, kişilerin şahsi tercihleri olmalıdır ve bu tercihlere kimse tarafından müdahale edilmemelidir.

8. Et şişmanlatır – Miti

Etin kilo yaptığına inananlar vardır. Yüzeysel baktığınızda hatırı sayılır miktarda yağ ve kalori içerdiğinden bu mantıklı geliyor. Ancak, et biyolojik yoldan temin edilebilir proteinin en iyi kaynaklarından biri ve protein kilo kaybetmeye yardımcı bilinen en iyi ana besin kaynaklarından.  Çalışmalar gösteriyor ki yüksek protein içeren beslenme düzeni ile metabolizma günde 80-100 arası kalori yakabilir. Aynı zamanda protein alımı artırıldığında diğer gıdalardan otomatik olarak daha az yemeye başlandığı ile ilgili çalışmalar da var. Birçok çalışma gösteriyor ki beslenmedeki protein miktarı artırılınca insanlar günde yüzlerce kaloriyi otomatik olarak kesiyor ve ‘otomatik pilotta’ kilo vermeye başlıyor.

Yaygın olarak bilindiği gibi, protein almak kas kütlesini artırmaya da yardımcı. Kaslar metabolik olarak etkindir ve gün boyunca küçük bir miktar kalori yakar. Aynı zamanda az et içeren diyetlere göre daha fazla kilo kaybı sağlayan ve yüksek et içeren düşük karbonhidrat ve paleo diyetlerini de unutmamak gerekir.

Daha fazla işlenmemiş, sağlıklı et yedikçe ve sağlıksız etler ile dengesiz beslenmeyi azalttıkça kilo kaybetmeniz daha kolay olacaktır. Yani sağlıklı etler, kilo kaybetmek isteyenlerin dostudur, düşmanı değil.

Sağlıksız kilolu adam


Genel Sonuç

Bireyler, varyasyon olarak et veya ot ağırlıklı beslenebilir; ancak bu, türümüzün hepçil olduğu gerçeğini değiştirmez. Ne yazık ki yukarıda sadece 1 adet örneğini vermiş olduğumuz radikal/fanatik vegan iddialarını net bir biçimde eleştirip yanlışlarını bilimsel olarak gösterince, sanki vejetaryen karşıtıymışız gibi bir izlenim uyanıyor ve yine bu gruplar tarafından bu izlenim pohpohlanıyor. Bu tıpkı, bir takımı çok fanatikçe tutan birinin holiganlığını eleştirince, o takımın tüm diğer taraftarlarından nefret edildiğinin iddia edilmesine benziyor.

Hayır, Evrim Ağacı olarak biz vejetaryenliği destekliyoruz. Eğer ki bir birey, bunu kendi arka planı ve tercihleri doğrultusunda seçebiliyorsa ve bunu sürdürebiliyorsa ne âlâ, takdir ederiz. Ancak aralıklarla söylediğimiz ve tekrar tekrar söyleyeceğimiz gibi, burada eleştirilen bazı fanatiklerin bilimi çarpıtarak insanlar üzerinde rahatsız edici bir biçimde psikolojik baskı kurma çabası, İlkelerimiz gereği Evrim Ağacı olarak kabul edemeyeceğimiz bir durumdur.

Diyet Kişilerin Kendi Tercihlerinin Bileceği Bir Unsurdur

Evrim Ağacı, bilimsel sınırlar dahilinde, ne katı vejetaryenliği savunmaktadır, ne de katı etçilliği. Zaten tüm yazımızın özeti budur: kişilerin diyet tercihleri kendilerinin bileceği bir unsurdur ve öyle kalmalıdır. Eldeki bilimsel veriler, herhangi bir özelleşmiş diyeti dikte etmeye yeterli değildir. Öyle olsa bile bunun dikte edilmesinin doğruluğu etik olarak tartışılmalıdır. Evrim Ağacı, bilimsel verilere saygı duyulduğu ve gerçekçi argümanlar üretildiği sürece iki tarafın da görüşüne sonsuz bir saygı duymaktadır.

Ancak yine de bizler, bilim insanları ve adayları olarak, insanın bu iki kutup arasında bir yerde olduğunu belirtmekteyiz; ancak hangi tarafa yakın olacağını kişisel tercihi olarak görmekteyiz. Dediğimiz gibi, vejetaryenlerin tercihine de, etçillerin tercihine de saygımız sonsuzdur. Bizim burada eleştirdiğimiz vejetaryenlerin kişisel tercihleri değil, bu grubu temsil eden fanatik/radikal/saldırgan grupların bilimsel gibi lanse edilen bilim dışı argümanlarıdır. Yoksa ekibimiz dahilinde vejetaryenler bulunduğu gibi, çok yakınlarımız arasında da son derece bilinçli vejetaryenler bulunmaktadır; yani bu konulara uzaktan bakan kişiler değiliz, doğrudan içerisinde bulunmaktayız.

Etik Meselesi

Vejetaryenler çoğu zaman etin üretim yönteminden ötürü etten uzak dururlar ve vejetaryen olmalarındaki ana sebep de budur. Örneğin, veganlar arasında çok sık kullanılan bir söz şudur: “Mezbahaların duvarları camdan olsaydı, herkes vejetaryen olurdu.” Görülebileceği gibi buradaki temel motif (güdü) hayvanların toplu katline karşı bir tepkidir. Bu tercihe saygımız sonsuzdur ve Evrim Ağacı olarak biz de, asla et üretimi için kitlesel katliamları desteklemiyoruz! Ancak üretim konusundaki insan temelli hatalarımız ve duygusallığımız, bilimsel gerçekleri örtmek için kullanılamaz ve kullanılmamalıdır!

Biz, her zaman bilimsel gerçekleri, duygusal tesellilere tercih ederiz. Tüketimden fazla üretim yapılmasına karşıyız örneğin. Ancak et üretimini şahsi tercihlerden ötürü durdurmak, kabul edilemez bir baskıcılık örneğidir. Zira doğadaki tüm ölümler vahşidir ve bunu diğer türlerden daha iyi algılayabiliyor olmamız, bizim haricimizdeki insanların beslenme tercihlerine baskı yapabilme hakkını bize tanımamaktadır. Bunu net bir şekilde kabul etmekle birlikte, türlere zarar vermeden ve türlerin bireylerine acı çektirmeden, alternatif et üretim yöntemlerine, dolayısıyla bilim ve teknolojiye de desteğimiz sonsuzdur.

Örneğin günümüzde artık yavaş yavaş yapay et üretebilmeyi bile başarabilecek bir noktadayız. Şahsi ve evrensel olamayacak bir sebeple et tüketimine karşı olmaktansa, et üretim tekniklerini geliştirmeye yönelik çabalar sarf edilmelidir. Umuyoruz ki kısa sürede bu yaygınlaşacak ve bu tartışmalar ortadan sonsuza kadar kalkacaktır. Mücadele edilmesi gereken insanların etten hoşlanıyor olduğu gerçeği değil, bu etlerin nasıl üretildiği, kesildiği ve işlendiğidir. Ne yazık ki, bu kadar geniş bir popülasyonu doğurmanın olumsuz tarafları her zaman olacaktır. Açık konuşmak gerekirse bunu, bu kadar üreyip abartılı bir popülasyon büyüklüğüne erişmeden önce düşünecektik. Bu noktaya da değinmeden geçemeyeceğiz:

Nüfus Fazlalığı

Bize kalırsa insanlığın bu konudaki sorunu, 7 milyar sayısını aşacak kadar üremesi ve önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde 9 milyara kadar çoğalacak olmasıdır. Sayımız, inanılmaz bir tüketimi de zorunlu kılmaktadır. Bu da, endüstriyel hayvancılığı doğurmaktadır. Bunun sıkıntıları on yıllardır tartışılmaktadır ve bize kalırsa çözümü vejetaryen olmak değildir. Bu, daha küresel ve daha kapsamlı bir sorundur, sadece et tüketimi açısından incelenemez. Eğer ki türümüzün toplam sayısı 100.000 civarında olsaydı, et yemek kimseye dokunmayacaktı. Ancak milyarlarca insan et ile beslendiği için, mecburen toplu kıyımlar yapılmaktadır.

Bu acıdır; ancak eğer ki Endüstriyel hayvancılık olmasın, herkes kendi avlansın.” denseydi de, sayımızın abartılı olmasından ötürü çok sayıda (ancak muhtemelen şu andakinden epey az sayıda) hayvan avlanacaktı. Bizce herkesin kendinin avlanmasının zorunlu olması (ve bunun yasalarla düzenlenmesi) çözüm yollarından biri olabilir (silahlanmanın getireceği sorunları şimdilik göz ardı edersek). Zira bu durumda, vahşi doğadaki insanların yaptığı gibi, sadece ihtiyacımız olan, hatta ihtiyacımızdan da azını avlardık ve bunun için ciddi emekler koyardık ortaya. Sonuçta sanıyoruz ki vejetaryenler de Innuitlerin veya Amazon kabilelerinin vegan olmasını istemiyorlardır? Çünkü değiller ve vahşi yaşamda olamazlar da… Hap olmadan, destekler olmadan, “endüstriyel veganizm” olmadan böyle bir şey mümkün değildir. Hepçillerdir ve hepçil bir yaşam sürerler; ancak ekosisteme de zarar vermezler.

Canlı-Cansız Sınıflandırması

Buradaki bilim dışı bir diğer nokta da, hayvan öldürmenin sakıncalarını sürekli olarak “canlı öldürmek” olarak lanse etmektir ve fanatik veganlar tarafından bu sıklıkla yapılır. İnsanların duygularına hitap etmek ve duygu sömürüsü yapmak adına “Cana kıymaya nasıl göz yumarsınız?” gibi argümanlar geliştirirler. Hoş, politik arenada gerçekten de işe yarayan argümanlar bu şekilde duygulara hitap eden argümanlardır. Şunun anlaşılması gerekir: besin zinciri ve enerji akışı, öldürmeye dayanır. Bitki de tüketseniz, hayvan da tüketseniz, can almak, katletmek ve öldürmek zorundasınızdır.

Buradaki fark, hayvanların sinir sistemi olduğu için bizler gibi acı çekebiliyor olmalarıdır, bunu anlıyoruz. Ancak bitkiler cansızmış ya da öldürülmelerinde etik bir sorun yokmuş gibi düşünülmesi, bize kara bir iki yüzlülük gibi gözükmektedir. Zira bitkiler de stres ve tehlike altında tıpkı hayvanlar gibi bazı kimyasallar salgılayabilirler, bazılarının kendilerini korumak adına sadece tehdit altında salgıladıkları zehirleri bile vardır! Bitkiler gözle görülür bir biçimde (çoğu zaman) hareket etmiyor, ses çıkarmıyorlar diye onları düşük seviyeden ve “O kadar da canlı değil.” gibi görmek, Orta Çağ’ın canlı-cansız sınıflandırmasına geri dönmek demektir.

Bitkiler de hayvanlar kadar canlıdır ve eğer ki hayatta kalmak istiyorsanız, can almak zorundasınız. Bunu anlamak ve kabullenmek gerekiyor. Bu noktadan sonra, ister et tüketin, ister ot tüketin, bu sizin şahsi tercihinizdir. Ancak insanlara duygu sömürüsü yapmak ve et yemenin canilik olduğunu savunmak çağ dışı bir yaklaşımdır.

Benzer bir şekilde, eğer ki biri hiç bitkisel besin tüketilmeden tamamen et tüketimini savunacak olursa ve bunu yukarıdaki gibi bir argümana oturtacak olursa, buna da karşı çıkılmalıdır. Ancak şimdiye kadar hiç “Sakın ot yemeyin!“diyen bir argüman görmedik. Görecek olursak, ona da ilgili ve bilimsel cevapları veririz. Fakat örneğin aşırı et tüketiminin, daha doğrusu aşırı hayvansal protein alımının gut gibi sıkıntılı hastalıklara neden olduğunu, kalp krizi riskini arttırdığını, vücuttaki yağlanmaya sebep olduğunu (etin kalitesine bağlı olarak) önemle belirtiriz.

Diyet Dikte Edilemez

Uzun lafın kısası, herkes diyetindeki dengeyi sağlamalı, sadece etten sağlıklı bir şekilde alınabilecek besinlerle, sadece bitkisel besinlerden sağlıklı bir şekilde alınabilecekleri besinleri bir arada tüketmelidirler. Vejetaryenliğin eleştirilecek herhangi bir tarafı yoktur, şahsi bir tercihtir. Galatasaraylı olmanın, siyah giyinmeyi tercih etmenin, saçını kısa kestirmeye karar vermenin bir eleştirisi olmayacağı gibi.

Yakın çevre elbette bireyleri saygı, sevgi ve tanışıklık çerçevesinde bu konularda da eleştirebilir. Ancak hayatımızda görmediğimiz, ne olduğunu bilmediğimiz birinin kalkıp da ne yememiz gerektiği ve ne yemememiz gerektiği konusu gibi son derece şahsi bir tercihte ahkâm kesmesi, bizim açımızdan kendini bilmezlik ve saygısızlıktır. Başından beri söylediğimiz gibi, burada eleştirilen asla vejetaryenlik değildir, Evrim Ağacı olarak biz bu tür beslenmeyi, hele ki yağlı beslenmeye bağlı obezitenin arttığı zamanımızda bizzat destekliyoruz. Bizim karşısında durduğumuz iki nokta var: vejetaryenliği savunmak adına bilimin çarpıtılması ve birilerinin diğerlerine vejetaryenliği dikte etmesi. Umuyoruz yazı boyunca bunu aktarabilmişizdir.

Saygılarımızla.

Yazan: ÇMB (Evrim Ağacı)

Teşekkür: Etle ilgili mitler çevirisini yapan çevirmenimiz Sn. Övgü Kayadelen Ulusoy’a çok teşekkürler. Ayrıca yazıyı kontrol ederek düzenleyen okurumuz Sn. Itır Kaşıkçı’ya teşekkür ederiz. Konuyla ilgili ek yazım ve dilbilgisi düzeltmelerini tarafımıza ileterek yazıya katkı sağlayan Sn. Berk Can Kantarcı’ya da ayrıca teşekkür ederiz.

[amp-ratings] [/amp-ratings]

Kaynaklar ve İleri Okuma:

  1. Nature
  2. PLoS One
  3. Human Evolution
  4. European Journal of Nutrition
  5. The Journal of Nutrition -1
  6. The Journal of Nutrition -2
  7. Nutrition
  8. Journal of Clinical Gastroenterology
  9. Aliment Pharmacological Therapy
  10. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology -1
  11. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology -2
  12. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology -3
  13. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology -4
  14. Metabolism – 1
  15. Metabolism – 2
  16. Current Opinion in Clinical Nutrition & Metabolic Care
  17. Journal of Internal Medicine
  18. The American Journal of Clinical Nutrition – 1
  19. The American Journal of Clinical Nutrition – 2
  20. The American Journal of Clinical Nutrition – 3
  21. The American Journal of Clinical Nutrition – 4
  22. The American Journal of Clinical Nutrition – 5
  23. The American Journal of Clinical Nutrition – 6
  24. The American Journal of Clinical Nutrition – 7
  25. The American Journal of Clinical Nutrition – 8
  26. The Journal of Nutritional Biochemistry
  27. British Medical Journal -1
  28. British Medical Journal -2
  29. The Journal of the American Medical Association -1
  30. The Journal of the American Medical Association -2
  31. PLOS One
  32. Circulation
  33. BMC Medicine
  34. Nutrition and Cancer
  35. Obesity Reviews
  36. European Journal of Cancer Prevention
  37. Journal of the American Dietetic Association
  38. Current Opinion in Lipidology
  39. The Journal of the American College of Nutrition -1
  40. The Journal of the American College of Nutrition -2
  41. The Journal of the American College of Nutrition -3
  42. Journal of Bone and Mineral Research
  43. Asia Pacific Journal of Clinical Nutrition
  44. Medicine & Science in Sports & Exercise
  45. British Journal of Nutrition
  46. Cardiovascular Diabetology
  47. Enchanted Learning
  48. CDC
  49. Food For Thought: Meat-Based Diet Made Us Smarter
  50. ScienceDaily
  51. LiveScience
  52. University of California at Berkeley -1
  53. University of California at Berkeley -2
  54. Harvard University
  55. Duke University
  56. BeyondVeg
  57. American Society for Microbiology
  58. National Cancer Institute
  59. Business Insider

Related Articles

Back to top button