Buğday Diyabet (Şeker Hastalığı) İlişkisi. Obezlikten Diyabet Hastalığına Geçiş

Buğday ve diyabet arasındaki ilişki, modern beslenme alışkanlıkları ve sağlık üzerindeki etkileri açısından giderek daha fazla dikkat çeken bir konu haline gelmiştir. Rafine edilmiş buğday ürünleri, özellikle obezite ve diyabet belirtilerinin artışında önemli bir rol oynamaktadır. Buğdayın kan şekerini hızla yükselten glisemik indeksi, insülin direnci ve Tip 2 diyabetin gelişiminde kritik bir faktör olabilir. Bu makalede, buğday tüketiminin şeker hastalığı tedavisi üzerindeki etkilerini ve obezlikten diyabet hastalığına geçiş sürecini inceleyeceğiz.

Obezite, Tip 2 diyabetin en önemli risk faktörlerinden biridir ve buğday gibi yüksek glisemik indeksli gıdalar, obeziteye yol açan temel unsurlardan biri olarak görülmektedir. Obezite geliştikten sonra, vücutta insülin direnci oluşur ve bu da zamanla diyabetin gelişmesine neden olabilir. Diyabet tedavisi kapsamında, buğday tüketiminin sınırlandırılması ve rafine karbonhidratların yerine daha düşük glisemik indeksli, lif açısından zengin alternatiflerin tercih edilmesi, hem obeziteyi hem de diyabet belirtilerini kontrol altına almak için önemli bir strateji olabilir. Bu makalede, buğday ve diyabet arasındaki ilişkiyi, obeziteden diyabete geçiş süreci bağlamında detaylı bir şekilde ele alacağız.


Buğdayın kan şekerini bu kadar hızlı yükseltmesinin sebebi glisemik indeksinin yüksek olmasıdır. Glisemik indeks, bir gıdanın kan şekerini yükseltebilme potansiyelidir.

Kan şekerini en hızlı yükselten gıda, saf glukozdur. O nedenle glukozun glisemik indeksi 100 kabul edilir ve diğer gıdaların ölçümünde kriter olarak alınır.

Tüm Şeker Hastalığı hastalarına yasaklanan şekerin (Sakkaroz – Çay şekeri) glisemik indeksi 59’dur. Glisemik indeksi yüksek olduğu için de, tüm diyabet hastalarına yasaklanır zaten.

Peki tüm diyabet hastalarının bol bol yemesi için teşvik edildiği tam buğdayın glisemik indeksi kaçtır biliyor musunuz? Tam 72! Yani, tam buğday kan şekerini şekerden daha hızlı ve daha güçlü şekilde yükseltir.

Neden glisemik indeksi 59 olan şekeri diyabet hastalarına yasaklarken, glisemik indeksi 72 olan tam buğdayı bol bol veriyorsunuz? Bunu nasıl açıklayabilirsiniz? Şekeri yasaklamanız doğru, ama buğdayı bolca vermeniz korkunç bir yanlış.


Şişmanlatan İnsülin ve Cin Ali

Buğday ürünlerini yemeye başlayan hastalar 2 saatte bir yemek ihtiyacı hissederler. Kan şekerleri düştüğü için acıkırlar. Peki, insülin kan şekerini nasıl düşürür? Şekeri alıp da vücudun dışına mı atar? Tabii ki insülin gidip de şekeri dışarıya atmaz. Her şey vücudun içinde olup biter.

İnsülin hormonu yağ metabolizmasını artıran, yağ yapımını artıran bir hormondur. Yani, bir yandan da şöyle bir mekanizma meydana gelir:

Tıpkı Amerikan Diyetisyenler Derneği ve ADA’nın dediği gibi 2 saatte bir beslenmeye başlarsınız. Onların önerisi üzerine günlük kalorinizin yüzde 60’ını tahıllı ürünlerden karşılarsınız.

Bu tahıllı ürünler 2 saatte bir sizi acıktırdığı için yine önerdikleri gibi 2 saatte bir yemeye devam edersiniz.

Bir süre sonra kilo almaya başlarsınız. Çünkü insülin salgınız hep yüksektir, hücrelerdeki reseptörler insüline karşı duyarsızlaşır, vücudunuzda yağ yapımı artar ve yağ birikmeye başlar.

Bu yağ göbekte birikir. Sürekli büyüyen bir göbektir bu, buğday göbeğidir. Kilo aldıkça bir süre sonra ‘kilo vermeliyim, diyetisyene gideyim’ dersiniz. Diyetisyen size aynısını tavsiye eder: Her yemekte 2 dilim ekmek, ara öğünlerde sandviçler. Size birtakım diyetler verir. O diyetlerle bir miktar zayıflarsınız, sonra tekrar kilo alırsınız. Tekrar diyetisyen, tekrar kilo al, tekrar zayıfla, bir kısırdöngü şeklinde gider. Bir süre sonra zaten diyabet hastası olursunuz.

Ben bu durumu şöyle anlatıyorum: Eskiden ilkokul kitaplarında ‘Cin Ali’ vardı. Cin Ali bu önerilere uymaya başladıktan sonra “Obez Ali” oldu. Obez Ali diyetisyene gitmeye başladıktan birkaç yıl sonra da “Diyabet Ali” oldu.


Diyabet İlaçları

Diyabet ilaçları da kilo aldırmaya devam eder. Hele bir de hasta insüline geçmişse ondan sonra işi bitmiştir, ömür boyu insüline mahkûmdur. Bu hastaya ‘Sen insülin kullanan hastasın, günde 180 gram tam tahıllı buğday ürünü yemelisin’ deyip ha bire ekmek yedirirler. Ekmek yedikçe hastanın şekeri daha çok yükselir.

Şeker yükseldikçe insülin dozu yükselir. Bir süre sonra şekeri düşmeyen, günde 100-150 ünite insülin kullanan, kilo veremeyen, perişan vaziyette, diyabetin her türlü komplikasyonlarına maruz kalmış hastalar haline gelirler. Bu hastalar, bu şekilde yaklaşıldığında iyileşmediği gibi, her geçen sene daha da kötüye gider. Bir kısır döngüye girerler. Yapılan iş aslında budur.

Bugün ADA ve Amerikan Diyetisyenler Birliği’nin yaptığı iş, diyabeti artırmaktan ve bir çözümsüzlük sürecine sokmaktan başka bir şey değildir. Bu kuruluşlar direkt olarak diyabet ilacı üreten ilaç sektörüne hizmet etmektedirler. Bu iki kere ikinin dört etmesi gibi ayan beyan ortadadır. Bunun aksini kimse savunamaz.

Hasta insüline hazırlansın diye kan şekeri yükseltiliyor

Peki, obezite ve diyabetin kat kat arttığını görmemize rağmen neden hâlâ o söylenen önerilere riayet ediyoruz? Bizim ‘burada bir yanlış var’, deyip, doğruları açığa çıkarmamız gerekmez mi? Bu genetiği değiştirilmiş buğdaydan uzaklaşmamız gerekmez mi? Niye kimse bunu yapmıyor?

Çünkü bütün dünyadaki endokrinologlar, dâhiliyeciler ve diyetisyenler, ADA’nın ve Amerikan Diyetisyenler Derneği’nin söyledikleri her şeyi Tanrı kelamı gibi kabul ederler. Değişmez mutlak doğru olduğunu düşünürler. Bu kuruluşların yayınladıkları kılavuz kitaplara kutsal kitap muamelesi yapar, kitapta ne yazarsa aynen uygularlar.

Bugün Türkiye’deki uygulamalarda, doktorlar ve diyetisyenler hastalarına günde 130 ila 180 gram arası tam tahıllı ürünler verirler. Yeni yetişen öğrencilere de ezber şeklinde bunlar öğretilir. ‘Hasta insülin alıyorsa tam tahıllı ekmek vereceksin’ denir.

Hasta insülin için kan şekeri yükseltilen hasta haline gelir. Yani, hasta kan şekeri yükseldiği için insülin kullanmıyor; hasta insüline hazırlansın diye kan şekeri yükseltiliyor! Bütün bunları dile getirince bilimsel yayınlardan bahsediyorlar. En büyük bilimsel yayın, toplumun kendisidir. Toplumun hali de, CDC’nin rakamları da ortada.

Diyetisyenler hâlâ beslenmeyi protein, yağ, karbonhidrat ve kaloriden ibaret görür. Besinler sadece bundan ibaret olabilir mi? Besinlerin içindeki diğer maddeler, sekonder metabolitler, yani bitkinin kendi ürettiği bitkisel kimyasallar (fitokimyasallar) ve dışarıdan katkı maddesi olarak koyulmuş kimyasallar ne olacak? Vücuduma nasıl etki ediyor, sağlığımı nasıl değiştiriyor biliyor muyum?

Bununla ilgilenen yok. Tek bildikleri ezbere besin piramidini uygulamak ve yağ kullanımını minimuma çekmektir. Kendilerine başvuran herkese light peynir, light süt önerirler. Hele bir de bunu çocuklara yaparlar ki bu tam anlamıyla cinayettir.

Gelişme çağındaki bir çocuk yeteri kadar yağ alamazsa, zekâ geriliği olacak, beyin hücresi gelişmeyecek, hücre doğru gelişmeyecek, kolajen alamayacak, bağışıklık sistemi zayıflayacak, hastalıklara açık hale gelecek.

Daha sonraki senelerde hastalıkları nedeniyle devamlı antibiyotik verilecek, vücudunda probiyotik kalmayacak. Her şey bir zincirleme reaksiyon şeklinde birbirine bağlı yürüyecek. Kimse işin bu tarafını konuşmuyor.


Dr. Ümit Aktaş Kimdir?

Dr. Ümit Aktaş
Fitoterapi Uzmanı, M.Sc., PhD (C) Akupunktur Uzmanı, M.D.

1970 doğumlu olan Dr. Ümit Aktaş, Türkiye’de Fitoterapi uzmanı olarak eğitim alan ilk Tıp doktorlarından bir tanesidir.

Tıp Fakültesi eğitimini Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Akupunktur Uzmanlık eğitimini Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Fitoterapi Yüksek Lisans eğitimini ise Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde tamamlamıştır.

İstanbul’da kendi kliniğinde hasta kabul eden Dr. Ümit Aktaş, halen Bahçeşehir Üniversitesi Fitoterapi Eğitim Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Dr. Ümit Aktaş, Mutluluk Kürleri, İlaçsız Yaşam ve Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi adlı kitapların yazarıdır.

Related Articles

Back to top button